Content-Length: 185906 | pFad | https://www.academia.edu/38189287/D%C3%BC%C5%9F%C3%BCnce_ve_Gelenek_Kitap
Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
…
11 pages
1 file
hecetaşları, 2019
Çocukluk, yeniyetmelik veya ilk gençlik yıllarımı Erzurum'da geçirdim. Erzurum genelde halk kültürü özelde âşık tarzı edebiyatın canlı laboratuvarlarından biri durumundadır. Bu durum bundan 40-45 yıl çocukluk veya sizin tabirinizle toraşanlık zamanlarımda daha da yoğun bir hâlde idi. Elim rahmetli babamın avcunda âşık kahvehânesine gittiğimde sanırım altı, yedi yaşındaydım. Meşhur hikâyeci meddah Behçet [Mahir] Emi merhumu dinlemiştim babamla birlikte... Hatırladığım kadarıyla Gez Çarşısı denen yerde rahmetli Âşık Yaşar Reyhanî ve arkadaşlarının işlettiği bir kahvehânede idi. Muhtemelen Köroğlu -başka bir halk hikâyesi de olabilir-anlatıyordu. Kalın camlı gözlüklerinin arkasından dikkatli gözlerle dinleyicileri kontrol ediyor, arada bir duraksıyor, yeniden büyük bir iştah ve keyifle anlatmaya devam ediyordu. Sonra sözü saz çalan başka kimselere devrediyordu, onlar da çalıp karşılıklı söylüyorlardı. Benim sazla-sözle doğrudan irtibatım ve ilgim böyle başladı, ancak evde de anamın zaman zaman dinleyip ağladığı radyodan duyup işittiğim kimi türküler de yok değildi. Bunlar arasında "Sarı Sabahlık da Yakışmaz mı Güzele", "Gönül Gel Seninle Muhabbet Edelim" veya "Bir Seher Vaktinde İndim Bağlara" gibi türküleri arada anama söylemişliğim de vakidir. Sonraki yıllarda da bu türkülere olan ilgim artarak devam edip gitti o yıllardan olmak üzere "Geçti Dost Kervanı" ve "Bugün Ben Bir Güzel Gördüm" adlı türküleri de hatırladığımı ifade edeyim.
Avrupalı ve Amerikalı araştırmacıların son iki yüz yıla yakın bir zamandan beri en fazla tartıştıkları konulardan birisi de sözlü ve yazılı edebiyat arasındaki ilişkidir. Yazının bulunmasından beri mevcut olan
Müslüman Dünyada Çağdaş Düşünce, 2021
DANTE ile Sanat ve Düşünce, 2015
Batı dünyası şiirinin baş yapıtı İlahi Komedya, Dante’nin Cehennem’e, Araf’a ve Cennet’e yaptığı düşsel bir geziyi destanlaştırır. İlahi Komedya 14233’e ulaşan toplam dize sayısı ile, şiir tarihinin en uzun soluklu şiirlerden birisidir. Dante’nin 1300 yılının 7 Nisan Perşembe gecesi başlayan gezisi bir hafta sürer, Dante’ye şair Vergilius rehberlik eder. Araf’ın tepesinde Vergilius yerini, Cennet’te Dante’ye rehberlik edecek olan Beatrice’ye bırakır. Dante, Beatrice’yi ilk kez gördüğünde kendisi dokuz, Beatrice sekiz yaşındadır. Dante, ömrü boyunca Beatrice’ye bağlı kaldığı gibi, düşünce dünyasının da esin kaynağı olur Beatrice. Vergilius’un Aeneis destanını örnek alan ve sıra dışı bir aşka mitoloji, tarih ve kutsal metinlerle de desteklenen gerçeküstü bir ortamda yakılan bir ağıt olarak da değerlendirilebilecek olan İlahi Komedya’nın, tarih ve felsefeden dinbilimine, gökbilimden geometriye uzanan bir ansiklopedi niteliği taşıması da bir başka özelliğidir. Dante, İlahi Komedi'sinde ve diğer eserlerinde hakikati aramaktadır. Örneğin İlahi Komedya’da üç seyahat yapar. İlk seyahati Cehennem yolculuğudur ve büyük engellerle doludur. İkinci seyahat, yani Araf seyahati daha kolay ve ümit doludur. Üçüncü seyahat yani Cennet ise, müzik, dans ve ışık eşliğinde yapılan bir seyahattir. Bu seyahatler sırasında Dante'ye Vergilius (Bilgelik), Beatrice (Güzellik) ve Aziz Bernard'ın simgelediği (Güç) rehberlik etmektedir. Seyahatlerinin sonunda Dante Işığa kavuşmaktadır. Dante, düşüncelerini şöyle dile getirmektedir: "Beni meydana getiren kudret, en yüce bilgelik, güzellik ve ilk aşktır"... Dante eserlerini yazarken gerek Batı ve gerekse Doğu bilgilerinden fazlası ile faydalanmıştır. Özellikle Greko-Romen düşüncesi ve sanatı, ayrıca İslam dünyasından İbn Arabi düşüncesi Dante eserlerinde öne çıkar. Yazar, Dr. Mustafa Tolay, bu eserinde başta İbn Arabi etkilerini gösterek, Dante’nin “İlahi Komedya” eserinde dört farklı anlam düzeyinden, sanat ve düşünce yoluyla “ezoterik” açılımları okurlarına sunmaya çalışmıştır.
DergiPark (Istanbul University), 2022
Düşünme, insan için düşüncenin ortaya çıkması için yegâne imkândır. İnsan, bütün soyutluğuna rağmen, teorik düşünce ile de edimsel olarak irtibat kurar. Bu makalede, felsefe etkinliği bir "eylem" olarak ele alındı ve felsefe yapmanın ve teorik düşünmenin bir eylem olarak ne anlama geldiği araştırıldı. Öncelikle, düşünme ve düşünce arasındaki ilişki ortaya konmaya çalışıldı. Daha sonra felsefe faaliyetinin insanın diğer eylemleri ile ortak tarafları ve onu diğer eylemlerden ayıran özellikleri irdelendi. Bu anlamda, ilk olarak insani eylemin en ilkel zemini olan duyusallık ile felsefe etkinliğinin ilişkilisi sorgulandı. Özellikle Platon ve Aristoteles'in işaret ettiği, felsefenin başlangıcındaki estetik temelin altı çizildi ve onların görüşlerinden yola çıkılarak bu ilişkinin mahiyeti araştırıldı. Felsefeyi bir etkinlik olarak ele almak, felsefenin en temel ayrımını, teori ve pratik arasındaki ayrımı bir bütün olarak değerlendirmeyi gerektirir. Bu bağlamda, eylemlerdeki rasyonelliğin düşünce faaliyeti ile ilişkisi araştırıldı. Bilhassa Aristoteles'in gaye/amaç ve eylem ilişkisi içerisinde geliştirdiği ahlak anlayışı çerçevesinde, düşünme ve ahlak arasında nasıl bir ilişki olduğu ortaya konulmaya çalışıldı. Son olarak, çağdaş bilgi ve bilim anlayışı bu ilişki perspektifinden değerlendirildi.
Birikim, 2019
Osmanlı'dan Türkiye'ye gelenek kavramının serencamına dair Bildung kavramı üzerinden bir müdahale denemesi.
Bir Düşünür Bir Kavram ve Din, 2024
Bu çalışma, Türk düşünce dünyasının önde gelen düşünürlerinin modernleşme, kimlik, milliyetçilik, din, ahlak, toplumsal kontrol ve Doğu-Batı medeniyet tartışmaları konularında geliştirdikleri kavramları ele alarak Türk toplumunun sosyal ve kültürel dönüşüm süreçlerini anlamayı amaçlamaktadır. Çalışma, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecindeki toplumsal yapının dinamiklerini, bu dinamiklerin kimlik ve toplumsal aidiyet üzerindeki etkilerini ve bu süreçlerin yarattığı sosyal, kültürel ve siyasal kırılma noktalarını altı ana başlık altında toplar. Her bir düşünür ve kavram, Türk toplumunun tarihsel, sosyolojik ve kültürel yapısını daha derinlemesine anlamak için ele alınmıştır. Çalışmanın amacı, Türk toplumunun modernleşme sürecinde yaşadığı kimlik bunalımlarını, toplumsal değişim dinamiklerini ve bu süreçlerde öne çıkan sosyal, kültürel ve dini çatışmaları teorik bir zeminde analiz ederek, Türk düşünce tarihindeki temel yaklaşımları ortaya koymaktır. Çalışma, her bir düşünürün geliştirdiği kavramların toplumsal yapıyı nasıl etkilediğini ve modern Türk toplumunun kimlik, aidiyet, din ve medeniyet tartışmalarına nasıl katkı sunduğunu analiz etmeyi hedeflemektedir. Bu çalışma, Türkiye’nin modernleşme ve toplumsal dönüşüm süreçlerinde yaşadığı gerilimleri ve kırılma noktalarını anlama açısından önemli bir kaynak teşkil etmektedir. Türk düşünce tarihinde iz bırakan önemli isimlerin fikirlerini bir araya getirerek, toplumsal yapının dinamiklerini ve bu dinamiklerin kimlik, aidiyet ve kültürel yapı üzerindeki etkilerini anlamayı amaçlamaktadır. Özellikle modernleşme, kimlik ve medeniyet tartışmalarının yoğunlaştığı günümüzde, çalışmanın sunduğu yaklaşımlar, Türk toplumunun kimlik arayışlarını ve toplumsal yapının geleceğini anlamak açısından değer taşımaktadır. Modernleşme ve Toplumsal Değişim Kavramları Çalışmada, modernleşme ve toplumsal değişim sürecinde toplumsal yapıdaki değişimleri anlamak için dört önemli düşünür ve onların kavramları ele alınmıştır. İlber Ortaylı’nın geliştirdiği “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” kavramı, Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyıldaki modernleşme sürecinde yaşadığı sancıları ve bu sürecin sosyolojik etkilerini açıklamak için önemli bir referans noktasıdır. Nermin Abadan Unat ise “Bitmeyen Göç” kavramı ile modernleşme ve sanayileşme sürecinde ortaya çıkan göç olgusunun toplumsal yapı üzerindeki etkilerini inceleyerek, Türkiye’nin kırsaldan kente geçiş sürecini aydınlatır. Cavit Orhan Tütengil’in “İkili Yapı” kavramı, Türkiye’de modernleşme sürecinde kırsal ve kentsel yapılar arasındaki dengesizliği ve bu dengesizliğin toplumsal gelişmeyi nasıl sekteye uğrattığını ortaya koyar. İsmail Gaspıralı’nın “Hakkaniyet Kavramı” ise toplumsal adalet ve dengeyi sağlama çabasını vurgular, modernleşme süreçlerinde toplumsal barışın tesis edilmesi gerektiğine dikkat çeker. Kimlik, Milliyetçilik ve Sosyolojik Esaslar Bu başlık altında, Türk toplumunun kimlik arayışı ve milliyetçilik anlayışına dair beş düşünür ve onların geliştirdikleri temel kavramlar ele alınmıştır. Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” kavramı, Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde kimlik ve aidiyet sorunlarına dair üç farklı politika modelini (Türkçülük, Osmanlıcılık, İslamcılık) analiz eder. Sadri Maksudi Arsal’ın “Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları” kavramı, milliyetçiliğin yalnızca siyasal bir ideoloji değil, aynı zamanda sosyolojik bir olgu olduğunu ve toplumsal kimlik ile aidiyet duygusunu nasıl şekillendirdiğini açıklar. Seyyid Ahmed Arvasi’nin “İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri” kavramı, geleneksel değerlerle uyumlu ve çağın gereklerine uygun bir milliyetçilik modeli sunar. Remzi Oğuz Arık’ın “Anadoluculuk” kavramı, Türk kimliğini ve kültürel mirasını Anadolu merkezli bir bakış açısıyla ele alırken, Hilmi Ziya Ülken’in “Soyaçekme” kavramı ise toplumsal yapının genetik miras ve kültürel kalıtım yoluyla nasıl şekillendiğini ve kimlik inşasının biyolojik ve sosyolojik temellerini inceler. Din, Sekülerleşme ve Laiklik Bu başlık altında, din-toplum-devlet ilişkilerini analiz eden üç düşünür ve kavramları ele alınmıştır. Durmuş Hocaoğlu’nun “Milli Sekülerizm” kavramı, Türkiye’de sekülerleşme sürecinin milli değerlerle nasıl uyumlu hale getirilebileceğini savunur ve dinin toplumdaki işlevini korurken, modern devlet yapısı ile entegrasyonunu ele alır. Bahattin Akşit’in “Laikleşme Tipolojisi” kavramı ise farklı toplumlarda laikleşme süreçlerinin işleyişini ve bu süreçlerin toplumsal yapıyı nasıl dönüştürdüğünü analiz eder. Sabri Ülgener’in “Zihniyet Söylemi” kavramı, ekonomik kalkınma süreçlerinde din ve zihniyetin rolünü, ekonomik gelişmenin kültürel ve dini temellerle nasıl ilişkilendirildiğini açıklayarak sosyo-ekonomik yapıların derinlemesine incelenmesine katkıda bulunur. Toplumsallaşma, Ahlak ve Sosyal Kontrol Birey-toplum ilişkisi ve toplumsal kontrol mekanizmalarının toplumsal yapıyı nasıl şekillendirdiğini analiz eden düşünürler bu başlık altında ele alınmıştır. Şerif Mardin’in “Mahalle Baskısı” kavramı, toplumsal kontrol mekanizmalarının bireyler üzerindeki baskısını ve sosyal çevrenin bireyin davranışlarını nasıl şekillendirdiğini ifade eder. Cahit Tanyol’un “Ahlak ve Toplum” kavramı, ahlakın toplumsal yapıdaki rolünü ve ahlaki değerlerin toplum içindeki işlevini inceler. Özcan Güngör’ün “Nesnelerin Sosyalleştirmesi” kavramı, gündelik hayatta nesnelerin bireylerin kimlik ve toplumsallaşma süreçlerindeki rolünü tartışırken; Hüsamettin Arslan’ın “Epistemik Cemaat” kavramı ise bilgi topluluklarının nasıl oluştuğunu ve bu toplulukların düşünce yapıları üzerindeki etkisini inceleyerek bilgi ve sosyal yapı arasındaki ilişkiyi anlamaya yönelik bir zemin sunar. Doğu-Batı İkilemi ve Medeniyet Tartışmaları Doğu’nun manevi değerleri ile Batı’nın materyalist yaklaşımı arasındaki gerilim, Türk toplumunun kimlik inşasında sürekli bir denge arayışını gerektirmiştir. Bu bağlamda, Samiha Ayverdi’nin “Doğu-Batı Medeniyeti Üzerine Yaklaşımı” Doğu’nun ruhani değerlerinin Batı’nın maddi dünyası ile dengelenmesi gerektiğini savunur. Recep Şentürk’ün “Açık Medeniyet” kavramı, medeniyetler arası diyaloğun önemini vurgular ve çeşitliliklerin birlikte var olmasını savunan bir açık medeniyet modeli önerir. Nurettin Şazi Kösemihal’in “Sanat ve Fikir İşçileri” kavramı ise sanatçılar ve entelektüel bireylerin toplumsal değişimdeki rolünü incelerken; Vamık Volkan’ın “Divandaki Düşmanlar” kavramı, kimlik inşasında “dış düşman” imgelerinin toplumsal yapıyı nasıl etkilediğini ve bu imgelerin toplumların kendini tanımlama süreçlerindeki işlevini açıklamaktadır.
Uzun yıllardır, akademisyen ve entelektüellerden oluşan, düşünce dünyası diyebileceğimiz bir dünyanın içinde yaşıyorum. Düşünce dünyasından kastım, bu dünyada düşüncenin kendi içinde bir değer ve hatta amaç olması. Bu dünyaya giren kişiden düşünce hayatı yaşaması, yani hayatının merkezine düşünme faaliyetini koyması, düşüncenin açıklayıcı ve dönüştürücü gücüne inanması beklenir. Bu, düşüncesini sürekli genişletmesi ve derinleştirmesi, düşüncenin önündeki çeşitli engelleri aşmaya çalışması ve eğer gerekirse düşüncesi uğruna – düşünceyi ciddiye aldığı için– belli riskleri göze alabilmesi anlamına geliyor. Bunlara itiraz olarak, böyle bir dünyanın gerçek Dünya'da olmadığı, kimsenin böyle saf bir düşünce hayatı yaşamadığı, düşünme faaliyetinin diğer faaliyetlerin ve kaygıların hep arkasından geldiği ve düşüncelerini geliştirmek uğruna risk alanların her yerde ve zamanda çok küçük bir azınlık olduğu söylenebilir. Ayrıca düşünme faaliyetinin kendisinin çoğu zaman görünmez olan içsel duvarların arasında gerçekleştiği, yani düşünen kişinin düşüncesinin duygusal, sınıfsal, dinsel, cinsel, etnik sınırlar tarafından farkında olmaksızın sınırlandırıldığı da düşünülebilir. Fakat bir ideal olarak düşünce dünyası bu türden itirazları da ciddiye alır, irdeler ve düşünce hayatı süren öznenin diğer dünyalarla birlikte kendi dünyasını ve hatta kendisini de nesneleştirmesini bekler. Bu ideal, en azından Sokrates'ten beri ve özellikle de düşünce dünyasının topluma ve devlete karşı belli bir özerklik kazandığı son iki yüzyıldır güçlü ve saygın bir şekilde hayatını sürdürüyor. Bahsi geçen saygınlığın ve itibarın kendine has gücünü, tam tersinden bakarak, örneğin bu ideale karşı saldıran kişilerin ve siyasal hareketlerin bayağı olarak görünmesinden ve tarihe adını öyle yazdırmasından da anlayabiliyoruz. Ben kişisel olarak bu özel dünyaya, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde (SBF) asistan olduğum 1999 yılının sonlarında girdim. O yılların SBF'si, Tuğrul Eryılmaz'ın bu seride çıkan yazısında2 bahsettiği 1960 ve 1970'lerin SBF'sinden epey farklıydı. Kadın öğrenci ve öğretim üyesi sayısı çok artmış, oran olarak yüzde ellilere ulaşmıştı. Fakat sayısal artıştaki değişimden daha önemlisi, kadın akademisyenlerin önemli bir bölümünün feminist olmasıydı. Feminizmle ilk gerçek karşılaşmam böyle bir ortamda, hatırladığım kadarıyla asistan olmamdan birkaç ay sonra gerçekleşti. Öğlen yemeğinden sonra kahve-sigara içip sohbet ederken bir şeyler söylüyordum ama kullandığım bir sözcük dışında ne konuştuğumu hatırlamıyorum. O sözcüğü hatırlıyorum, çünkü benim gibi asistan olan feminist bir arkadaşım beni sert bir biçimde, " bayan demeyeceksin, kadın diyeceksin! " diye terslemişti. O andan aklımda kalan ve unutması mümkün olmayan başka bir şey yaşadığım utanç. Kulaklarıma kadar kıpkırmızı kesilmiştim. Fakat bu sertlik, o günlerin utancı dışarıda tutulursa, kişisel olarak bana iyi geldi. Hızlandırılmış bir ders gibi düşündüğüm bu azar sayesinde, kelime seçiminin basit bir seçim olmadığını, arkasında devasa bir tarih ve güç hiyerarşisinin olduğunu, dolayısıyla o kelimenin yerine başka bir kelime kullanmayı seçerek, o tarihin bir parçası olmayı bırakma ve yeni bir dünyanın parçası olma kararı alındığını anlamaya başladım.
Mots. Les langages du politique, 2011
Current Journal of Applied Science and Technology
International Journal of Engineering Science and Computing, 2016
Journal of World Languages, 2024
Revista médica del Instituto Mexicano del Seguro Social
Actas del I Congreso Virtual Internacional y III Congreso Virtual Iberoamericano sobre Recursos Educativos Innovadores (CIREI), 2018
Murathan Mungan'ın Seçtikleriyle Bir Dersim Hikâyesi'nde Kolektif Bellek: Dersim, 2013
Seminars in Pediatric Surgery, 2020
DergiPark (Istanbul University), 2007
1985
UNIVERSIDADE CESUMAR, 2013
International journal of economics and management engineering, 2019
Daehan ui'sa hyeobhoeji/Daehan uisa hyeopoeji, 2024
Fetched URL: https://www.academia.edu/38189287/D%C3%BC%C5%9F%C3%BCnce_ve_Gelenek_Kitap
Alternative Proxies: