Din ve Coğrafya Sempozyumu II: “4./10. Asır Sonrası İslam Coğrafyacılığının Tarihsel Gelişimi”, 2024
25 bildirinin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş tam metninden oluşmaktadır. Din ve Coğrafya Semp... more 25 bildirinin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş tam metninden oluşmaktadır. Din ve Coğrafya Sempozyum dizisinin ikinci halkasını oluşturan bu çalışmada 4./10. yüzyıldan sonraki dönemde İslam coğrafyacılığının temel özellikleri, tarihsel gelişimi ve önemli temsilcileri ele alınmıştır. 3./9. ve 4./10. asırlarda Müslümanlar ayrı bir bilim dalı olarak kabul ettikleri coğrafya ile ilgili güçlü ve özgün metinler ortaya koyarak İslam coğrafyacılığını önemli bir seviyeye ulaştırmışlardır. Sonraki asırlarda İslam coğrafyacılığının gelişerek büyük bir literatür oluşturduğu görülmektedir. İslam dünyasında astronomi, denizcilik ve coğrafyacılık konuları üzerine yoğunlaşan bu çalışmada, Endülüs deniz ticareti, Fâtımîler, Eyyûbîler ve Memlûkler dönemlerinde donanma faaliyetleri, Abbâsîler ve Fâtımîlerin liman şehirleri, Osmanlı coğrafyacılığı gibi başlıklara yer verilmiştir. Ayrıca İbn Havkal, Kâşgarlı Mahmud, Bîrûnî, Yâkût el-Hamevî, Ebû Hâmid el-Gırnâtî, İbnu'l-Verdî, Ebu'l-Fidâ, İbn Battûta ve Ebu's-Salt el-Endelüsî gibi önemli isimlerin eserleri ve coğrafyacılık anlayışları incelenmiştir. Coğrafyacıların bakış açısıyla hac güzergâhları, farklı kültürlerden gelen hacıların yolculuk deneyimleri, Bağdat'ın tarihsel gelişimi, Şam ve Dımaşk kavramlarının kullanımı gibi yöntemsel sorunlara dair değerlendirmeler bu çalışmada ele alınmıştır. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed dönemi haritaları, Amerika'nın keşfinde din adamlarının etkisi, Mimar Sinan'ın yapıları özelinde kapılar ile coğrafi konum ilişkisi gibi konular da işlenmiştir. Sempozyumda modern yöntemler olarak değerlendirilebilecek dijital sistemlerin İslam tarihi ve coğrafya araştırmalarında kullanımına özel bir oturum ayrılmıştır. Bu tür çalışmalara örnek niteliğinde Coğrafi Bilgi Sistemleri kullanılarak hazırlanan 19. yüzyıl İstanbul tekkelerinin konum analizine yönelik bir çalışma da kitapta yerini almıştır. Farklı alanlarda kaleme alınan ve 4./10. yüzyıl sonrası İslam dünyasında coğrafya, haritacılık, denizcilik, astronomi ve seyahat gibi farklı alanlardaki gelişmeler ile oluşturulan eserleri inceleyen bu metinlerle, İslam dünyasında coğrafya ve coğrafyacılığın tarihi genel hatlarıyla ortaya konmuştur. Bu çalışmanın İslam coğrafyacılığına dair literatüre katkı sunması ve yeni çalışmalara zemin oluşturması hedeflenmektedir.
Various claims are attributed to Abū Ḥanīfa regarding the createdness of the Qurʾān (khalk al- Qu... more Various claims are attributed to Abū Ḥanīfa regarding the createdness of the Qurʾān (khalk al- Qurʾān). Some sources claim that he was the first person to put forward this idea, and that he was about to have this idea when he died. Some other sources, on the other hand, state that he never defended this idea and even suggested that it should not be discussed on this issue. While some works attributed to him do not contain any of his views on this subject, some other works attributed to him contain ideas that he distinguished between the meaning and pronunciation and recitation. Another striking point is that there is no reference to Abū Ḥanīfa on this subject in the Hanafī-Māturīdī works written in later periods expressing their views on this theological issue. Thus, while one group among various sectarian formations accused Abū Ḥanīfa of this view and marginalized him, other Hanafī and Sunnī groups, who evaluated him in line with Ahl al-Sunnah wa’l-Jamāah, tried to purify him from this view. In this study, we aim to analyze the views attributed to Abū Ḥanīfa on the issue of the createdness of the Qurʾān from an impartial perspective. Our research, based on the methods of the discipline of the History of Islamic Sects, is based on an approach that evaluates ideas in terms of their relationship to historical context and events, with a perspective that takes into account the development of the idea of khalq al-Qurʾān in the historical process from the time it was put proposed; it was also carried out by taking into account the socio-cultural and sectarian affiliations of the individuals. The fact that the idea of khalq al-Qurʾān was adopted by some Hanafī people during the Miḥna period must have been effective in attributing this idea to him. In this respect, it can be said that the attribution of conflicting narratives to Abū Ḥanīfa regarding this idea largely reflects a retrospective construction activity. Neither the Hanbalī circles, who accuse those who make a distinction between meaning and pronunciation of the Qurʾān by “Lafziyyah” and condemn them as “Jahmī”; nor other figures from the Aṣḥāb al-ḥadīth who adopted this distinction, such as Bukhārī and Ibn Qutayba, said anything about this distinction by Abū Ḥanīfa. This fact leads us to doubt of the claim that this distinction was made by Abū Ḥanīfa. In general, the main point that makes the contradictory claims presented in our article meaningful is that it depicts the struggle between the groups that exclude Abū Ḥanīfa within the Ahl al-Sunnah and those who defend him. On the other hand, mostly Iraqi Hanafīs, who were interested in kalām and were close to the Muʿtazilah, were influential in attributing this idea to Abū Ḥanīfa; on the other hand, the Hanafīs of Māwerāunehr, who displayed an attitude closer to the Ahl al-Hadīth, stood out with their opposition to attributing this idea to him due to their anti-Muʿtazilah attitude.
Kur’ân’ın yaratılmışlığı (halku’l-Kur’ân) konusunda Ebû Hanîfe’ye birbirinden farklı iddialar
at... more Kur’ân’ın yaratılmışlığı (halku’l-Kur’ân) konusunda Ebû Hanîfe’ye birbirinden farklı iddialar atfedilmektedir. Bazı kaynaklarda onu bu fikri ilk ortaya atan kişi olduğu, vefat ettiğinde bu fikir üzere olduğu gibi iddialar mevcuttur. Diğer bazı kaynaklarda ise bilakis onun hiçbir zaman bu fikri savunmadığı, hatta bu konuda tartışılmaması gerektiği yönünde telkinlerde bulunduğu nakledilir. Ona nispet edilen bazı eserlerde onun bu konu hakkında herhangi bir görüşü yer almazken, diğer bazı eserlerde mana ile telaffuz ve okunuş arasında ayrım yaptığına dair fikirler yer almaktadır. Sonraki dönemlerde yazılan Hanefî-Mâtürîdî eserlerde ise bu kelâmî mesele hakkında görüş belirtilirken, bu konuda Ebû Hanîfe’ye dair herhangi bir atfa rastlanılmamaktadır. Bununla birlikte, farklı mezhebî oluşumlar arasında bir kesim Ebû Hanîfe’yi bu görüşle suçlayıp ötekileştirirken, onu Ehl-i Sünnet çizgisinde değerlendiren diğer Hanefî ve Sünnî kesimler ise onu bu görüşten arındırma çabası içerisinde olmuşlardır. Bu makalemizde halku’l-Kur’ân meselesinde Ebû Hanîfe’ye isnat edilen görüşleri tarafsız bir bakış açısıyla analiz ederek literatüre katkı sunmayı hedeflemekteyiz. İslâm Mezhepleri Tarihi disiplininin yöntemlerini esas alan araştırmamız, fikirleri tarihsel bağlamıyla birlikte ele alarak değerlendiren bir yaklaşımla yürütülmüştür. Bu doğrultuda halku’l-Kur’ân fikrinin ortaya atıldığı zaman diliminden itibaren tarihsel süreçteki gelişimini dikkate alan bir yöntem benimsenmiştir. Ayrıca ilgili rivayetleri aktaran şahısların sosyo-kültürel ve mezhebî aidiyetlerini de dikkate almak, yöntem açısından hassasiyet gösterdiğimiz hususlardan biridir. Halku’l-Kur’ân fikrinin mihne sürecinde bazı Hanefî şahıslar tarafından benimsenmiş olması, bu fikrin Ebû Hanîfe’ye nispet edilmesinde etkili olmuş olmalıdır. Bu bakımdan Kur’ân’ın yaratılmışlığı konusunda ona birbirinden çelişkili rivayetler atfedilmesinin, büyük ölçüde geçmişe dönük bir inşa faaliyetini yansıttığı söylenebilir. Ne Kur’an hakkında mana ve telaffuz açısından ayrım yapanları Lafziyye olarak anarak Cehmîlikle itham eden Hanbelî çevre, ne de söz konusu ayrımı benimseyen Buhârî ve İbn Kuteybe gibi diğer Ashâbü’l-Hadîs’ten isimler, bu ayrımın Ebû Hanîfe tarafından benimsenmiş olduğuna dair herhangi bir irtibatlandırma yapmışlardır. Bu durum, söz konusu ayrımın Ebû Hanîfe tarafından yapıldığı iddiasına şüpheyle yaklaşmamızı destekler niteliktedir. Genel olarak makalemizde yer verilen birbirine zıt iddiaları manidar kılan esas husus ise, Ehl-i Sünnet içerisinde Ebû Hanîfe’yi dışlayan (özelde Hanbelî Hadis Taraftarı) kesimler ile onu savunan (Eş‘arî ve Maturidîler gibi) zümreler arasındaki çekişmeyi resmetmesidir. Diğer taraftan kelâma ilgi duyarak Mu‘tezile’ye yakın olan Irak Hanefîleri bu fikrin Ebû Hanîfe’ye nispet edilmesinde etkili olurken; buna karşın Ehl-i Hadîs’e daha yakın bir tutum sergileyen özellikle Mâverâünnehir Hanefîleri ise Mu‘tezilî karşıtı tutumlarına bağlı olarak söz konusu fikrin ona nispet edilmesine karşı durmalarıyla öne çıkmaktadır.
Zâhirî ve Selefî Din Yorumu
Kuramer Yayınları
Editör: Prof. Dr. Sönmez Kutlu
İlmî Toplantılar Ser... more Zâhirî ve Selefî Din Yorumu Kuramer Yayınları Editör: Prof. Dr. Sönmez Kutlu İlmî Toplantılar Serisi 2018
İlk Hâricîlerde (Muhakkime-i Ûlâ) Tahkim – Tekfir İlişkisi / Arbitration (Taḥkīm) – Takfīr Relationship in the First Kharijites (al-Muḥakkima al-Ūlā), 2022
Belirli olaylara bağlı olarak ortaya çıkan muhtelif itikadî görüşler, siyasî-itikadî fırkalaşmala... more Belirli olaylara bağlı olarak ortaya çıkan muhtelif itikadî görüşler, siyasî-itikadî fırkalaşmaların teşekkülündeki belirgin unsurlar olmakla kalmayarak, söz konusu mezhebin üzerinde bir etiket halini almaktadır. Hâricîlik mezhebi söz konusu olduğunda akla gelen ilk çağrışım, tekfir olgusudur. Mezhepler hakkında diğer bir önemli nokta da, görüşlerin sabit halde kalmayıp, süreç içerisinde değişerek ve dönüşerek birtakım kırılmalar yaşamasıdır. Bu bağlamda mezhepler üzerine yapışmış ve etiket haline gelmiş genel ve yaygın algıdan arınarak ve süreç takibi yaparak bu görüşlerin analiz edilmesi, söz konusu mezheplerin ve bunları oluşturan görüşlerin sağlıklı bir şekilde anlaşılması adına kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bilindiği üzere Hâricîlik, kökenleri Hz. Osman dönemine dayanmakla birlikte esas itibariyle Hz. Ali ile Muâviye ve taraftarları arasında vuku bulan Sıffîn savaşı esnasında tahkim olayıyla ortaya çıkan, tahkime razı olan Müslümanları tekfir ederek Hz. Ali’nin ordusundan ayrılan topluluğu ifade etmektedir. Tahkimi kabul etmesinden ötürü Hz. Ali’den ayrılan Hâricîler, Harûrâ’da birleşerek Abdullah b. Vehb er-Râsıbî’ye emir olarak biat etmişler, sonrasında ise Nehrevân’da Hz. Ali ve taraftarlarına karşı savaşmışlardır. Böylelikle kendileri dışındaki Müslümanlardan teberrî ederek ilk siyasî-itikadî fırkalaşmayı oluşturmuşlardır. İlerleyen süreçte ise Nâfî b. Ezrâk’ın, kendisiyle birlikte cihat etmek üzere hicret etmeyen -diğer Hâricîler dahil olmak üzere- herkesi kâfir ve müşrik olmakla itham etmesiyle Ezârika alt fırkası oluşmuş; buna karşın Nâfî’nin aşırı tavrına karşı çıkan Necde b. Âmir ve Abdullah b. İbâz gibi isimlerle beraber Hâricîliğin diğer alt fırkaları oluşmaya başlamıştır. Bu süreç, Hâricî iman anlayışının teorik zemine oturması ve tartışılması açısından da önemli olmakla birlikte, bizim esas odaklanacağımız husus, bu süreçten önce oluşan ilk Hâricîliğin, “büyük günah işleyenleri tekfir edenler” şeklinde bir genellemeciliğe tabi tutulması problemidir. Bu sorun, makâlât yazarlarının genel olarak mezhepleri sırf kelâmî boyutuyla ele almasından ve Hâricîliği tekfir üzerinden okurken konuya doğrudan iman-amel ilişkisi bağlamında yaklaşılmasından kaynaklanmaktadır. Halbuki ilk aşamada henüz bu konudaki tartışmaların başladığını söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla ilk Hâricîlerin, diğer adıyla Muhakkime-i Ûlâ’nın tutumunu böyle bir bakış açısıyla değerlendirmek, anakronizme yol açmaktadır. Bu çalışmanın amacı, Hâricîliği “büyük günah işleyenleri tekfir edenler” şeklinde resmeden yaygın etiketleştirici ithamın sorunlu oluşuna dikkat çekerek, ilk Hâricîlerin tekfirci tutumunu bu yaygın algıdan arınmış olarak değerlendirmeye tabi tutmaktır. Bu bağlamda diğer Hâricî alt fırkalardan önce teşekkül etmiş ilk Hâricîlerdeki tekfirin, büyük günah-tekfir ilişkisi ya da amel-iman ilişkisi gibi salt kelâmî tartışmalar üzerinden anlaşılması yerine, kendi tarihsel zemininde gerçekleşen olaylarla irtibat kurularak analiz edilmesine önem verilmiştir. Bu husus, Hâricîlikteki tekfir olgusunun tekdüze bir mahiyet arz etmekten ziyade, tarihsel süreçte evrilerek dönüşüme uğradığını göstermek bakımından önemlidir. Ayrıca bu çalışmada dikkat çekilen hususlar, Müslümanlar arasında ilk defa vuku bulan tekfir olgusunun anlaşılması açısından olduğu kadar, söz konusu gerilimlerin ve doğurduğu sonuçların doğru bir şekilde anlaşılıp yorumlanması adına da önemli ip uçları sunmaktadır. Bu noktadaki tespitlerimizden birisi, bu aşamadaki tekfirciliğin, doğrudan büyük günah meselesine dayanmadığı, aksine büyük ölçüde din-siyaset iç içeliğinden kaynaklı bir durum olduğu hususudur. Nitekim Muhakkime, bir taraftan “Müslümanların emîrine muhalefet” sebebiyle Muâviye ve taraftarlarını tekfir ederken, diğer taraftan, “Müslümanların kanını dökmeyi helal sayan” bu kesime karşı savaşmayı durdurması ve bunların hükmüne razı olması sebebiyle Hz. Ali ve taraftarlarını tekfir etmişlerdir. Dolayısıyla buradaki tekfirin büyük günah tartışmasından bağımsız, siyasî boyutu ağır basan bir olgu olduğu görülmektedir. Araştırmamızda dikkat çekilen diğer bir önemli tespit de, küfür kavramının içerdiği geniş anlam ağının yanı sıra, belirli şahısları küfürle itham eden bir tutumun Hâricîlerden önce de vaki olmasıdır. Bu iki husustan hareketle, ilk Hâricîlerdeki küfür ve tekfir ithamlarının mutlak manada bir irtidat manasında anlaşılmayabileceği ihtimali söz konusudur. Bu doğrultuda, küfür ve kâfirlik ithamları, kesinlik bulunmamakla beraber, “nimet küfrü” anlamında değerlendirilmeye müsaittir. Makalemizde makâlât ve milel-nihal türü eserlerin yanı sıra, tarih eserlerinden yararlanılarak, ilk Hâricîlerin tahkim olayına karşı tepkilerinin sebepleri ele alınmış, küfür ithamlarının bulunduğu rivayetler karşılaştırmalı olarak değerlendirmeye tabi tutulmuştur. İslâm mezhepleri Tarihi’nin yöntemi çerçevesinde yürütülen çalışmamız, fikirlerin hadiselerle irtibatı kurularak, fikirler üzerinde derinleşme ve süreç takibi gibi ilkelerle yürütülmüştür.
Selefîlik tam anlamıyla bir mezhep olamayacağı halde, birçok çalışmada bir mezhep gibi algılanara... more Selefîlik tam anlamıyla bir mezhep olamayacağı halde, birçok çalışmada bir mezhep gibi algılanarak sistematik kurucusunun İbn Teymiyye olduğu söylenmektedir. Halbuki “Halefiyyûn” kavramının zıddı olan “Selefiyye” teriminden farklı olarak “Selefî/Selefîlik” nitelemesinin, ilk defa modern dönem ıslahat hareketleri ile ortaya çıktığı görülmektedir. Bu bağlamda, tezimizde Selefîlik kavramının zemini araştırılarak ıslahat hareketleri ile ilişkisi ele alınmıştır. Selefîliğin bir mezhepten ziyade bir zihniyet olduğuna dikkat çekilmiş; İbn Teymiyye’yi sistematik kurucu şeklinde görmek yerine, ıslahatçıların ve Vehhâbi eğilimlerin ilham kaynağı olarak görmenin daha sağlıklı olacağına kanaat getirilmiştir.
Atalay, Hakan, Islahat Hareketleri ve Selefîlik, Yüksek Lisans Tezi, Tez Danışmanı: Prof. Dr. Hasan Onat, 119 s.
ABSTRACT
However salafism, in strict sense, can not be considered as a religious sect (madhab), in many studies its perceived as a sect, withal being said that Ibn Taymiya is the sistematic founder. Nevertheless, apart from the term “salafiyyun” which is the antonym of “khalafiyyun”, it can be seen that the attribute “salafi” for the first time emerges with the modern epoch reformist movements. In this sense, our thesis studies the sole of the term “salafism” and dicusses its relation with reformist movements. Moreover, it seems to be a healthier conviction to consider salafism as a mindset/mentality rather than a sect, while conceding Ibn Taymiyah not as the sistematic founder, but a source of inspiration for reformist and wahabi movements.
Atalay, Hakan, Reform Movements and Salafism, Master Degree Thesis, Thesis Advisor: Prof. Dr. Hasan Onat, 119 p.
Çağdaş İslam akımlarının tarihsel süreç içerisinde gelişimi dikkate alındığında hakkında geniş li... more Çağdaş İslam akımlarının tarihsel süreç içerisinde gelişimi dikkate alındığında hakkında geniş literatür bulunanlardan birisi Selefîliktir. Ancak bu akımla ilgili aydınlatılması gereken çok sayıda bilinmeyen ve tartışılmaya devam eden sorunlar bulunmaktadır. Selefîliğin yalnızca bir öze dönüş hareketi olarak ele alınması, savunucularının kendini erken dönemle irtibatlandırmaları, ılımlısından şiddet yanlısına pek çok akımın kendisini Selefî olarak nitelemesi ya da ÖZ Selefîliğin yaygınlaşması ile birlikte kavramın mahiyeti, tanımı, tarihlendirilmesi ve sınırları-nın çizilmesi gibi konular araştırmacılar tarafından daha çok tartışılır olmuştur. Bakış açısına göre tanımı değişen Selefîlik, bazen Ashâbu'l-Hadis'le özdeşleştirilerek bir mezhep gibi algılanmakta, bazen bir zihniyet olarak ele alınarak, çeşitli dönemlerde ve muhtelif mezheplerde kendini göste-ren tezahürler olarak değerlendirilmekte bazen de modern dönemde ortaya çıkan bir olgu olarak kabul edilmektedir. Gerek İbn Teymiyye'nin Selefîyye şeklindeki ifadeleri, gerekse İzmirli İsmail Hakkı'nın Selefîyyeyi Ehl-i Sünnet'in bir alt kolu olarak Ehl-i Sünnet-i Hassâ şeklindeki sınıflan-dırması, kavramı tanımlama ve tarihle irtibatlandırma konusunda sorunlara neden olmakta; daha da önemlisi bu tanımlama ile modern dönemde kendini " Selefî " olarak niteleyen akımlar arasın-daki bağın mahiyeti muğlak kalmakta ve bu husus kavramın doğru bir şekilde analiz edilmesini zorlaştırmaktadır. Bu araştırmada, Türkiye'deki akademik çalışmalarda Selefîlik kavramı hakkın-daki sorunlara işaret edilerek, bu kaynaklardaki Selefîlik algısı değerlendirilecektir. ABSTRACT Once becoming prevalent, concepts like the nature of Salafism as well as its definition , retrodating and drawing its lines is being discussed even more among researchers. On occasion , the definition of Salafism, which evolves in regard to ones perspective, is being assimilated with Ashāb al-Hadīth while being perceived as a religious sect (maḏhab). At the same time some adress it as a mindset which is being considered as a phenomenon manifesting itself during different eras and among varied sects. Intermittently Salafism is being identified as a comtemporary phenomenon. Both of Ibn Taymiya's statements like " Salafiyya " and its classification as " Ahl al-Sunna al-ẖāssa " according to Izmirli Ismail Hakki as a subbranch of the orthodox mainstream, are causing problems on defining the concept and establishing a correlation with its history. An even more serious problem is that the link between this definition and modern-day currents which describe themselves as " Salafī " , remains complicated and ambiguous, aggravating the issue to practice a proper analysis. This essay aims pointing out to the issues on the concept of Salafism in academic researches in Turkey and will evaluate their perception towards it.
Din ve Coğrafya Sempozyumu II: “4./10. Asır Sonrası İslam Coğrafyacılığının Tarihsel Gelişimi”, 2024
25 bildirinin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş tam metninden oluşmaktadır. Din ve Coğrafya Semp... more 25 bildirinin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş tam metninden oluşmaktadır. Din ve Coğrafya Sempozyum dizisinin ikinci halkasını oluşturan bu çalışmada 4./10. yüzyıldan sonraki dönemde İslam coğrafyacılığının temel özellikleri, tarihsel gelişimi ve önemli temsilcileri ele alınmıştır. 3./9. ve 4./10. asırlarda Müslümanlar ayrı bir bilim dalı olarak kabul ettikleri coğrafya ile ilgili güçlü ve özgün metinler ortaya koyarak İslam coğrafyacılığını önemli bir seviyeye ulaştırmışlardır. Sonraki asırlarda İslam coğrafyacılığının gelişerek büyük bir literatür oluşturduğu görülmektedir. İslam dünyasında astronomi, denizcilik ve coğrafyacılık konuları üzerine yoğunlaşan bu çalışmada, Endülüs deniz ticareti, Fâtımîler, Eyyûbîler ve Memlûkler dönemlerinde donanma faaliyetleri, Abbâsîler ve Fâtımîlerin liman şehirleri, Osmanlı coğrafyacılığı gibi başlıklara yer verilmiştir. Ayrıca İbn Havkal, Kâşgarlı Mahmud, Bîrûnî, Yâkût el-Hamevî, Ebû Hâmid el-Gırnâtî, İbnu'l-Verdî, Ebu'l-Fidâ, İbn Battûta ve Ebu's-Salt el-Endelüsî gibi önemli isimlerin eserleri ve coğrafyacılık anlayışları incelenmiştir. Coğrafyacıların bakış açısıyla hac güzergâhları, farklı kültürlerden gelen hacıların yolculuk deneyimleri, Bağdat'ın tarihsel gelişimi, Şam ve Dımaşk kavramlarının kullanımı gibi yöntemsel sorunlara dair değerlendirmeler bu çalışmada ele alınmıştır. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed dönemi haritaları, Amerika'nın keşfinde din adamlarının etkisi, Mimar Sinan'ın yapıları özelinde kapılar ile coğrafi konum ilişkisi gibi konular da işlenmiştir. Sempozyumda modern yöntemler olarak değerlendirilebilecek dijital sistemlerin İslam tarihi ve coğrafya araştırmalarında kullanımına özel bir oturum ayrılmıştır. Bu tür çalışmalara örnek niteliğinde Coğrafi Bilgi Sistemleri kullanılarak hazırlanan 19. yüzyıl İstanbul tekkelerinin konum analizine yönelik bir çalışma da kitapta yerini almıştır. Farklı alanlarda kaleme alınan ve 4./10. yüzyıl sonrası İslam dünyasında coğrafya, haritacılık, denizcilik, astronomi ve seyahat gibi farklı alanlardaki gelişmeler ile oluşturulan eserleri inceleyen bu metinlerle, İslam dünyasında coğrafya ve coğrafyacılığın tarihi genel hatlarıyla ortaya konmuştur. Bu çalışmanın İslam coğrafyacılığına dair literatüre katkı sunması ve yeni çalışmalara zemin oluşturması hedeflenmektedir.
Various claims are attributed to Abū Ḥanīfa regarding the createdness of the Qurʾān (khalk al- Qu... more Various claims are attributed to Abū Ḥanīfa regarding the createdness of the Qurʾān (khalk al- Qurʾān). Some sources claim that he was the first person to put forward this idea, and that he was about to have this idea when he died. Some other sources, on the other hand, state that he never defended this idea and even suggested that it should not be discussed on this issue. While some works attributed to him do not contain any of his views on this subject, some other works attributed to him contain ideas that he distinguished between the meaning and pronunciation and recitation. Another striking point is that there is no reference to Abū Ḥanīfa on this subject in the Hanafī-Māturīdī works written in later periods expressing their views on this theological issue. Thus, while one group among various sectarian formations accused Abū Ḥanīfa of this view and marginalized him, other Hanafī and Sunnī groups, who evaluated him in line with Ahl al-Sunnah wa’l-Jamāah, tried to purify him from this view. In this study, we aim to analyze the views attributed to Abū Ḥanīfa on the issue of the createdness of the Qurʾān from an impartial perspective. Our research, based on the methods of the discipline of the History of Islamic Sects, is based on an approach that evaluates ideas in terms of their relationship to historical context and events, with a perspective that takes into account the development of the idea of khalq al-Qurʾān in the historical process from the time it was put proposed; it was also carried out by taking into account the socio-cultural and sectarian affiliations of the individuals. The fact that the idea of khalq al-Qurʾān was adopted by some Hanafī people during the Miḥna period must have been effective in attributing this idea to him. In this respect, it can be said that the attribution of conflicting narratives to Abū Ḥanīfa regarding this idea largely reflects a retrospective construction activity. Neither the Hanbalī circles, who accuse those who make a distinction between meaning and pronunciation of the Qurʾān by “Lafziyyah” and condemn them as “Jahmī”; nor other figures from the Aṣḥāb al-ḥadīth who adopted this distinction, such as Bukhārī and Ibn Qutayba, said anything about this distinction by Abū Ḥanīfa. This fact leads us to doubt of the claim that this distinction was made by Abū Ḥanīfa. In general, the main point that makes the contradictory claims presented in our article meaningful is that it depicts the struggle between the groups that exclude Abū Ḥanīfa within the Ahl al-Sunnah and those who defend him. On the other hand, mostly Iraqi Hanafīs, who were interested in kalām and were close to the Muʿtazilah, were influential in attributing this idea to Abū Ḥanīfa; on the other hand, the Hanafīs of Māwerāunehr, who displayed an attitude closer to the Ahl al-Hadīth, stood out with their opposition to attributing this idea to him due to their anti-Muʿtazilah attitude.
Kur’ân’ın yaratılmışlığı (halku’l-Kur’ân) konusunda Ebû Hanîfe’ye birbirinden farklı iddialar
at... more Kur’ân’ın yaratılmışlığı (halku’l-Kur’ân) konusunda Ebû Hanîfe’ye birbirinden farklı iddialar atfedilmektedir. Bazı kaynaklarda onu bu fikri ilk ortaya atan kişi olduğu, vefat ettiğinde bu fikir üzere olduğu gibi iddialar mevcuttur. Diğer bazı kaynaklarda ise bilakis onun hiçbir zaman bu fikri savunmadığı, hatta bu konuda tartışılmaması gerektiği yönünde telkinlerde bulunduğu nakledilir. Ona nispet edilen bazı eserlerde onun bu konu hakkında herhangi bir görüşü yer almazken, diğer bazı eserlerde mana ile telaffuz ve okunuş arasında ayrım yaptığına dair fikirler yer almaktadır. Sonraki dönemlerde yazılan Hanefî-Mâtürîdî eserlerde ise bu kelâmî mesele hakkında görüş belirtilirken, bu konuda Ebû Hanîfe’ye dair herhangi bir atfa rastlanılmamaktadır. Bununla birlikte, farklı mezhebî oluşumlar arasında bir kesim Ebû Hanîfe’yi bu görüşle suçlayıp ötekileştirirken, onu Ehl-i Sünnet çizgisinde değerlendiren diğer Hanefî ve Sünnî kesimler ise onu bu görüşten arındırma çabası içerisinde olmuşlardır. Bu makalemizde halku’l-Kur’ân meselesinde Ebû Hanîfe’ye isnat edilen görüşleri tarafsız bir bakış açısıyla analiz ederek literatüre katkı sunmayı hedeflemekteyiz. İslâm Mezhepleri Tarihi disiplininin yöntemlerini esas alan araştırmamız, fikirleri tarihsel bağlamıyla birlikte ele alarak değerlendiren bir yaklaşımla yürütülmüştür. Bu doğrultuda halku’l-Kur’ân fikrinin ortaya atıldığı zaman diliminden itibaren tarihsel süreçteki gelişimini dikkate alan bir yöntem benimsenmiştir. Ayrıca ilgili rivayetleri aktaran şahısların sosyo-kültürel ve mezhebî aidiyetlerini de dikkate almak, yöntem açısından hassasiyet gösterdiğimiz hususlardan biridir. Halku’l-Kur’ân fikrinin mihne sürecinde bazı Hanefî şahıslar tarafından benimsenmiş olması, bu fikrin Ebû Hanîfe’ye nispet edilmesinde etkili olmuş olmalıdır. Bu bakımdan Kur’ân’ın yaratılmışlığı konusunda ona birbirinden çelişkili rivayetler atfedilmesinin, büyük ölçüde geçmişe dönük bir inşa faaliyetini yansıttığı söylenebilir. Ne Kur’an hakkında mana ve telaffuz açısından ayrım yapanları Lafziyye olarak anarak Cehmîlikle itham eden Hanbelî çevre, ne de söz konusu ayrımı benimseyen Buhârî ve İbn Kuteybe gibi diğer Ashâbü’l-Hadîs’ten isimler, bu ayrımın Ebû Hanîfe tarafından benimsenmiş olduğuna dair herhangi bir irtibatlandırma yapmışlardır. Bu durum, söz konusu ayrımın Ebû Hanîfe tarafından yapıldığı iddiasına şüpheyle yaklaşmamızı destekler niteliktedir. Genel olarak makalemizde yer verilen birbirine zıt iddiaları manidar kılan esas husus ise, Ehl-i Sünnet içerisinde Ebû Hanîfe’yi dışlayan (özelde Hanbelî Hadis Taraftarı) kesimler ile onu savunan (Eş‘arî ve Maturidîler gibi) zümreler arasındaki çekişmeyi resmetmesidir. Diğer taraftan kelâma ilgi duyarak Mu‘tezile’ye yakın olan Irak Hanefîleri bu fikrin Ebû Hanîfe’ye nispet edilmesinde etkili olurken; buna karşın Ehl-i Hadîs’e daha yakın bir tutum sergileyen özellikle Mâverâünnehir Hanefîleri ise Mu‘tezilî karşıtı tutumlarına bağlı olarak söz konusu fikrin ona nispet edilmesine karşı durmalarıyla öne çıkmaktadır.
Zâhirî ve Selefî Din Yorumu
Kuramer Yayınları
Editör: Prof. Dr. Sönmez Kutlu
İlmî Toplantılar Ser... more Zâhirî ve Selefî Din Yorumu Kuramer Yayınları Editör: Prof. Dr. Sönmez Kutlu İlmî Toplantılar Serisi 2018
İlk Hâricîlerde (Muhakkime-i Ûlâ) Tahkim – Tekfir İlişkisi / Arbitration (Taḥkīm) – Takfīr Relationship in the First Kharijites (al-Muḥakkima al-Ūlā), 2022
Belirli olaylara bağlı olarak ortaya çıkan muhtelif itikadî görüşler, siyasî-itikadî fırkalaşmala... more Belirli olaylara bağlı olarak ortaya çıkan muhtelif itikadî görüşler, siyasî-itikadî fırkalaşmaların teşekkülündeki belirgin unsurlar olmakla kalmayarak, söz konusu mezhebin üzerinde bir etiket halini almaktadır. Hâricîlik mezhebi söz konusu olduğunda akla gelen ilk çağrışım, tekfir olgusudur. Mezhepler hakkında diğer bir önemli nokta da, görüşlerin sabit halde kalmayıp, süreç içerisinde değişerek ve dönüşerek birtakım kırılmalar yaşamasıdır. Bu bağlamda mezhepler üzerine yapışmış ve etiket haline gelmiş genel ve yaygın algıdan arınarak ve süreç takibi yaparak bu görüşlerin analiz edilmesi, söz konusu mezheplerin ve bunları oluşturan görüşlerin sağlıklı bir şekilde anlaşılması adına kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bilindiği üzere Hâricîlik, kökenleri Hz. Osman dönemine dayanmakla birlikte esas itibariyle Hz. Ali ile Muâviye ve taraftarları arasında vuku bulan Sıffîn savaşı esnasında tahkim olayıyla ortaya çıkan, tahkime razı olan Müslümanları tekfir ederek Hz. Ali’nin ordusundan ayrılan topluluğu ifade etmektedir. Tahkimi kabul etmesinden ötürü Hz. Ali’den ayrılan Hâricîler, Harûrâ’da birleşerek Abdullah b. Vehb er-Râsıbî’ye emir olarak biat etmişler, sonrasında ise Nehrevân’da Hz. Ali ve taraftarlarına karşı savaşmışlardır. Böylelikle kendileri dışındaki Müslümanlardan teberrî ederek ilk siyasî-itikadî fırkalaşmayı oluşturmuşlardır. İlerleyen süreçte ise Nâfî b. Ezrâk’ın, kendisiyle birlikte cihat etmek üzere hicret etmeyen -diğer Hâricîler dahil olmak üzere- herkesi kâfir ve müşrik olmakla itham etmesiyle Ezârika alt fırkası oluşmuş; buna karşın Nâfî’nin aşırı tavrına karşı çıkan Necde b. Âmir ve Abdullah b. İbâz gibi isimlerle beraber Hâricîliğin diğer alt fırkaları oluşmaya başlamıştır. Bu süreç, Hâricî iman anlayışının teorik zemine oturması ve tartışılması açısından da önemli olmakla birlikte, bizim esas odaklanacağımız husus, bu süreçten önce oluşan ilk Hâricîliğin, “büyük günah işleyenleri tekfir edenler” şeklinde bir genellemeciliğe tabi tutulması problemidir. Bu sorun, makâlât yazarlarının genel olarak mezhepleri sırf kelâmî boyutuyla ele almasından ve Hâricîliği tekfir üzerinden okurken konuya doğrudan iman-amel ilişkisi bağlamında yaklaşılmasından kaynaklanmaktadır. Halbuki ilk aşamada henüz bu konudaki tartışmaların başladığını söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla ilk Hâricîlerin, diğer adıyla Muhakkime-i Ûlâ’nın tutumunu böyle bir bakış açısıyla değerlendirmek, anakronizme yol açmaktadır. Bu çalışmanın amacı, Hâricîliği “büyük günah işleyenleri tekfir edenler” şeklinde resmeden yaygın etiketleştirici ithamın sorunlu oluşuna dikkat çekerek, ilk Hâricîlerin tekfirci tutumunu bu yaygın algıdan arınmış olarak değerlendirmeye tabi tutmaktır. Bu bağlamda diğer Hâricî alt fırkalardan önce teşekkül etmiş ilk Hâricîlerdeki tekfirin, büyük günah-tekfir ilişkisi ya da amel-iman ilişkisi gibi salt kelâmî tartışmalar üzerinden anlaşılması yerine, kendi tarihsel zemininde gerçekleşen olaylarla irtibat kurularak analiz edilmesine önem verilmiştir. Bu husus, Hâricîlikteki tekfir olgusunun tekdüze bir mahiyet arz etmekten ziyade, tarihsel süreçte evrilerek dönüşüme uğradığını göstermek bakımından önemlidir. Ayrıca bu çalışmada dikkat çekilen hususlar, Müslümanlar arasında ilk defa vuku bulan tekfir olgusunun anlaşılması açısından olduğu kadar, söz konusu gerilimlerin ve doğurduğu sonuçların doğru bir şekilde anlaşılıp yorumlanması adına da önemli ip uçları sunmaktadır. Bu noktadaki tespitlerimizden birisi, bu aşamadaki tekfirciliğin, doğrudan büyük günah meselesine dayanmadığı, aksine büyük ölçüde din-siyaset iç içeliğinden kaynaklı bir durum olduğu hususudur. Nitekim Muhakkime, bir taraftan “Müslümanların emîrine muhalefet” sebebiyle Muâviye ve taraftarlarını tekfir ederken, diğer taraftan, “Müslümanların kanını dökmeyi helal sayan” bu kesime karşı savaşmayı durdurması ve bunların hükmüne razı olması sebebiyle Hz. Ali ve taraftarlarını tekfir etmişlerdir. Dolayısıyla buradaki tekfirin büyük günah tartışmasından bağımsız, siyasî boyutu ağır basan bir olgu olduğu görülmektedir. Araştırmamızda dikkat çekilen diğer bir önemli tespit de, küfür kavramının içerdiği geniş anlam ağının yanı sıra, belirli şahısları küfürle itham eden bir tutumun Hâricîlerden önce de vaki olmasıdır. Bu iki husustan hareketle, ilk Hâricîlerdeki küfür ve tekfir ithamlarının mutlak manada bir irtidat manasında anlaşılmayabileceği ihtimali söz konusudur. Bu doğrultuda, küfür ve kâfirlik ithamları, kesinlik bulunmamakla beraber, “nimet küfrü” anlamında değerlendirilmeye müsaittir. Makalemizde makâlât ve milel-nihal türü eserlerin yanı sıra, tarih eserlerinden yararlanılarak, ilk Hâricîlerin tahkim olayına karşı tepkilerinin sebepleri ele alınmış, küfür ithamlarının bulunduğu rivayetler karşılaştırmalı olarak değerlendirmeye tabi tutulmuştur. İslâm mezhepleri Tarihi’nin yöntemi çerçevesinde yürütülen çalışmamız, fikirlerin hadiselerle irtibatı kurularak, fikirler üzerinde derinleşme ve süreç takibi gibi ilkelerle yürütülmüştür.
Selefîlik tam anlamıyla bir mezhep olamayacağı halde, birçok çalışmada bir mezhep gibi algılanara... more Selefîlik tam anlamıyla bir mezhep olamayacağı halde, birçok çalışmada bir mezhep gibi algılanarak sistematik kurucusunun İbn Teymiyye olduğu söylenmektedir. Halbuki “Halefiyyûn” kavramının zıddı olan “Selefiyye” teriminden farklı olarak “Selefî/Selefîlik” nitelemesinin, ilk defa modern dönem ıslahat hareketleri ile ortaya çıktığı görülmektedir. Bu bağlamda, tezimizde Selefîlik kavramının zemini araştırılarak ıslahat hareketleri ile ilişkisi ele alınmıştır. Selefîliğin bir mezhepten ziyade bir zihniyet olduğuna dikkat çekilmiş; İbn Teymiyye’yi sistematik kurucu şeklinde görmek yerine, ıslahatçıların ve Vehhâbi eğilimlerin ilham kaynağı olarak görmenin daha sağlıklı olacağına kanaat getirilmiştir.
Atalay, Hakan, Islahat Hareketleri ve Selefîlik, Yüksek Lisans Tezi, Tez Danışmanı: Prof. Dr. Hasan Onat, 119 s.
ABSTRACT
However salafism, in strict sense, can not be considered as a religious sect (madhab), in many studies its perceived as a sect, withal being said that Ibn Taymiya is the sistematic founder. Nevertheless, apart from the term “salafiyyun” which is the antonym of “khalafiyyun”, it can be seen that the attribute “salafi” for the first time emerges with the modern epoch reformist movements. In this sense, our thesis studies the sole of the term “salafism” and dicusses its relation with reformist movements. Moreover, it seems to be a healthier conviction to consider salafism as a mindset/mentality rather than a sect, while conceding Ibn Taymiyah not as the sistematic founder, but a source of inspiration for reformist and wahabi movements.
Atalay, Hakan, Reform Movements and Salafism, Master Degree Thesis, Thesis Advisor: Prof. Dr. Hasan Onat, 119 p.
Çağdaş İslam akımlarının tarihsel süreç içerisinde gelişimi dikkate alındığında hakkında geniş li... more Çağdaş İslam akımlarının tarihsel süreç içerisinde gelişimi dikkate alındığında hakkında geniş literatür bulunanlardan birisi Selefîliktir. Ancak bu akımla ilgili aydınlatılması gereken çok sayıda bilinmeyen ve tartışılmaya devam eden sorunlar bulunmaktadır. Selefîliğin yalnızca bir öze dönüş hareketi olarak ele alınması, savunucularının kendini erken dönemle irtibatlandırmaları, ılımlısından şiddet yanlısına pek çok akımın kendisini Selefî olarak nitelemesi ya da ÖZ Selefîliğin yaygınlaşması ile birlikte kavramın mahiyeti, tanımı, tarihlendirilmesi ve sınırları-nın çizilmesi gibi konular araştırmacılar tarafından daha çok tartışılır olmuştur. Bakış açısına göre tanımı değişen Selefîlik, bazen Ashâbu'l-Hadis'le özdeşleştirilerek bir mezhep gibi algılanmakta, bazen bir zihniyet olarak ele alınarak, çeşitli dönemlerde ve muhtelif mezheplerde kendini göste-ren tezahürler olarak değerlendirilmekte bazen de modern dönemde ortaya çıkan bir olgu olarak kabul edilmektedir. Gerek İbn Teymiyye'nin Selefîyye şeklindeki ifadeleri, gerekse İzmirli İsmail Hakkı'nın Selefîyyeyi Ehl-i Sünnet'in bir alt kolu olarak Ehl-i Sünnet-i Hassâ şeklindeki sınıflan-dırması, kavramı tanımlama ve tarihle irtibatlandırma konusunda sorunlara neden olmakta; daha da önemlisi bu tanımlama ile modern dönemde kendini " Selefî " olarak niteleyen akımlar arasın-daki bağın mahiyeti muğlak kalmakta ve bu husus kavramın doğru bir şekilde analiz edilmesini zorlaştırmaktadır. Bu araştırmada, Türkiye'deki akademik çalışmalarda Selefîlik kavramı hakkın-daki sorunlara işaret edilerek, bu kaynaklardaki Selefîlik algısı değerlendirilecektir. ABSTRACT Once becoming prevalent, concepts like the nature of Salafism as well as its definition , retrodating and drawing its lines is being discussed even more among researchers. On occasion , the definition of Salafism, which evolves in regard to ones perspective, is being assimilated with Ashāb al-Hadīth while being perceived as a religious sect (maḏhab). At the same time some adress it as a mindset which is being considered as a phenomenon manifesting itself during different eras and among varied sects. Intermittently Salafism is being identified as a comtemporary phenomenon. Both of Ibn Taymiya's statements like " Salafiyya " and its classification as " Ahl al-Sunna al-ẖāssa " according to Izmirli Ismail Hakki as a subbranch of the orthodox mainstream, are causing problems on defining the concept and establishing a correlation with its history. An even more serious problem is that the link between this definition and modern-day currents which describe themselves as " Salafī " , remains complicated and ambiguous, aggravating the issue to practice a proper analysis. This essay aims pointing out to the issues on the concept of Salafism in academic researches in Turkey and will evaluate their perception towards it.
Uploads
Papers by Hakan Atalay
The fact that the idea of khalq al-Qurʾān was adopted by some Hanafī people during the Miḥna period must have been effective in attributing this idea to him. In this respect, it can be said that the attribution of conflicting narratives to Abū Ḥanīfa regarding this idea largely reflects a retrospective construction activity. Neither the Hanbalī circles, who accuse those who make a distinction between meaning and pronunciation of the Qurʾān by “Lafziyyah” and condemn them as “Jahmī”; nor other figures from the Aṣḥāb al-ḥadīth who adopted this distinction, such as Bukhārī and Ibn Qutayba, said anything about this distinction by Abū Ḥanīfa. This fact leads us to doubt of the claim that this distinction was made by Abū Ḥanīfa. In general, the main point that makes the contradictory claims presented in our article meaningful is that it depicts the struggle between the groups that exclude Abū Ḥanīfa within the Ahl al-Sunnah and those who defend him. On the other hand, mostly Iraqi Hanafīs, who were interested in kalām and were close to the Muʿtazilah, were influential in attributing this idea to Abū Ḥanīfa; on the other hand, the Hanafīs of Māwerāunehr, who displayed an attitude closer to the Ahl al-Hadīth, stood out with their opposition to attributing this idea to him due to their anti-Muʿtazilah attitude.
atfedilmektedir. Bazı kaynaklarda onu bu fikri ilk ortaya atan kişi olduğu, vefat ettiğinde bu
fikir üzere olduğu gibi iddialar mevcuttur. Diğer bazı kaynaklarda ise bilakis onun hiçbir
zaman bu fikri savunmadığı, hatta bu konuda tartışılmaması gerektiği yönünde telkinlerde
bulunduğu nakledilir. Ona nispet edilen bazı eserlerde onun bu konu hakkında herhangi bir
görüşü yer almazken, diğer bazı eserlerde mana ile telaffuz ve okunuş arasında ayrım
yaptığına dair fikirler yer almaktadır. Sonraki dönemlerde yazılan Hanefî-Mâtürîdî
eserlerde ise bu kelâmî mesele hakkında görüş belirtilirken, bu konuda Ebû Hanîfe’ye dair
herhangi bir atfa rastlanılmamaktadır. Bununla birlikte, farklı mezhebî oluşumlar arasında
bir kesim Ebû Hanîfe’yi bu görüşle suçlayıp ötekileştirirken, onu Ehl-i Sünnet çizgisinde
değerlendiren diğer Hanefî ve Sünnî kesimler ise onu bu görüşten arındırma çabası
içerisinde olmuşlardır. Bu makalemizde halku’l-Kur’ân meselesinde Ebû Hanîfe’ye isnat
edilen görüşleri tarafsız bir bakış açısıyla analiz ederek literatüre katkı sunmayı
hedeflemekteyiz. İslâm Mezhepleri Tarihi disiplininin yöntemlerini esas alan araştırmamız,
fikirleri tarihsel bağlamıyla birlikte ele alarak değerlendiren bir yaklaşımla yürütülmüştür.
Bu doğrultuda halku’l-Kur’ân fikrinin ortaya atıldığı zaman diliminden itibaren tarihsel
süreçteki gelişimini dikkate alan bir yöntem benimsenmiştir. Ayrıca ilgili rivayetleri
aktaran şahısların sosyo-kültürel ve mezhebî aidiyetlerini de dikkate almak, yöntem
açısından hassasiyet gösterdiğimiz hususlardan biridir. Halku’l-Kur’ân fikrinin mihne
sürecinde bazı Hanefî şahıslar tarafından benimsenmiş olması, bu fikrin Ebû Hanîfe’ye
nispet edilmesinde etkili olmuş olmalıdır. Bu bakımdan Kur’ân’ın yaratılmışlığı konusunda
ona birbirinden çelişkili rivayetler atfedilmesinin, büyük ölçüde geçmişe dönük bir inşa
faaliyetini yansıttığı söylenebilir. Ne Kur’an hakkında mana ve telaffuz açısından ayrım
yapanları Lafziyye olarak anarak Cehmîlikle itham eden Hanbelî çevre, ne de söz konusu
ayrımı benimseyen Buhârî ve İbn Kuteybe gibi diğer Ashâbü’l-Hadîs’ten isimler, bu ayrımın
Ebû Hanîfe tarafından benimsenmiş olduğuna dair herhangi bir irtibatlandırma
yapmışlardır. Bu durum, söz konusu ayrımın Ebû Hanîfe tarafından yapıldığı iddiasına
şüpheyle yaklaşmamızı destekler niteliktedir. Genel olarak makalemizde yer verilen
birbirine zıt iddiaları manidar kılan esas husus ise, Ehl-i Sünnet içerisinde Ebû Hanîfe’yi
dışlayan (özelde Hanbelî Hadis Taraftarı) kesimler ile onu savunan (Eş‘arî ve Maturidîler
gibi) zümreler arasındaki çekişmeyi resmetmesidir. Diğer taraftan kelâma ilgi duyarak
Mu‘tezile’ye yakın olan Irak Hanefîleri bu fikrin Ebû Hanîfe’ye nispet edilmesinde etkili
olurken; buna karşın Ehl-i Hadîs’e daha yakın bir tutum sergileyen özellikle Mâverâünnehir
Hanefîleri ise Mu‘tezilî karşıtı tutumlarına bağlı olarak söz konusu fikrin ona nispet
edilmesine karşı durmalarıyla öne çıkmaktadır.
Kuramer Yayınları
Editör: Prof. Dr. Sönmez Kutlu
İlmî Toplantılar Serisi 2018
Atalay, Hakan, Islahat Hareketleri ve Selefîlik, Yüksek Lisans Tezi, Tez Danışmanı: Prof. Dr. Hasan Onat, 119 s.
ABSTRACT
However salafism, in strict sense, can not be considered as a religious sect (madhab), in many studies its perceived as a sect, withal being said that Ibn Taymiya is the sistematic founder. Nevertheless, apart from the term “salafiyyun” which is the antonym of “khalafiyyun”, it can be seen that the attribute “salafi” for the first time emerges with the modern epoch reformist movements. In this sense, our thesis studies the sole of the term “salafism” and dicusses its relation with reformist movements. Moreover, it seems to be a healthier conviction to consider salafism as a mindset/mentality rather than a sect, while conceding Ibn Taymiyah not as the sistematic founder, but a source of inspiration for reformist and wahabi movements.
Atalay, Hakan, Reform Movements and Salafism, Master Degree Thesis, Thesis Advisor: Prof. Dr. Hasan Onat, 119 p.
Books by Hakan Atalay
The fact that the idea of khalq al-Qurʾān was adopted by some Hanafī people during the Miḥna period must have been effective in attributing this idea to him. In this respect, it can be said that the attribution of conflicting narratives to Abū Ḥanīfa regarding this idea largely reflects a retrospective construction activity. Neither the Hanbalī circles, who accuse those who make a distinction between meaning and pronunciation of the Qurʾān by “Lafziyyah” and condemn them as “Jahmī”; nor other figures from the Aṣḥāb al-ḥadīth who adopted this distinction, such as Bukhārī and Ibn Qutayba, said anything about this distinction by Abū Ḥanīfa. This fact leads us to doubt of the claim that this distinction was made by Abū Ḥanīfa. In general, the main point that makes the contradictory claims presented in our article meaningful is that it depicts the struggle between the groups that exclude Abū Ḥanīfa within the Ahl al-Sunnah and those who defend him. On the other hand, mostly Iraqi Hanafīs, who were interested in kalām and were close to the Muʿtazilah, were influential in attributing this idea to Abū Ḥanīfa; on the other hand, the Hanafīs of Māwerāunehr, who displayed an attitude closer to the Ahl al-Hadīth, stood out with their opposition to attributing this idea to him due to their anti-Muʿtazilah attitude.
atfedilmektedir. Bazı kaynaklarda onu bu fikri ilk ortaya atan kişi olduğu, vefat ettiğinde bu
fikir üzere olduğu gibi iddialar mevcuttur. Diğer bazı kaynaklarda ise bilakis onun hiçbir
zaman bu fikri savunmadığı, hatta bu konuda tartışılmaması gerektiği yönünde telkinlerde
bulunduğu nakledilir. Ona nispet edilen bazı eserlerde onun bu konu hakkında herhangi bir
görüşü yer almazken, diğer bazı eserlerde mana ile telaffuz ve okunuş arasında ayrım
yaptığına dair fikirler yer almaktadır. Sonraki dönemlerde yazılan Hanefî-Mâtürîdî
eserlerde ise bu kelâmî mesele hakkında görüş belirtilirken, bu konuda Ebû Hanîfe’ye dair
herhangi bir atfa rastlanılmamaktadır. Bununla birlikte, farklı mezhebî oluşumlar arasında
bir kesim Ebû Hanîfe’yi bu görüşle suçlayıp ötekileştirirken, onu Ehl-i Sünnet çizgisinde
değerlendiren diğer Hanefî ve Sünnî kesimler ise onu bu görüşten arındırma çabası
içerisinde olmuşlardır. Bu makalemizde halku’l-Kur’ân meselesinde Ebû Hanîfe’ye isnat
edilen görüşleri tarafsız bir bakış açısıyla analiz ederek literatüre katkı sunmayı
hedeflemekteyiz. İslâm Mezhepleri Tarihi disiplininin yöntemlerini esas alan araştırmamız,
fikirleri tarihsel bağlamıyla birlikte ele alarak değerlendiren bir yaklaşımla yürütülmüştür.
Bu doğrultuda halku’l-Kur’ân fikrinin ortaya atıldığı zaman diliminden itibaren tarihsel
süreçteki gelişimini dikkate alan bir yöntem benimsenmiştir. Ayrıca ilgili rivayetleri
aktaran şahısların sosyo-kültürel ve mezhebî aidiyetlerini de dikkate almak, yöntem
açısından hassasiyet gösterdiğimiz hususlardan biridir. Halku’l-Kur’ân fikrinin mihne
sürecinde bazı Hanefî şahıslar tarafından benimsenmiş olması, bu fikrin Ebû Hanîfe’ye
nispet edilmesinde etkili olmuş olmalıdır. Bu bakımdan Kur’ân’ın yaratılmışlığı konusunda
ona birbirinden çelişkili rivayetler atfedilmesinin, büyük ölçüde geçmişe dönük bir inşa
faaliyetini yansıttığı söylenebilir. Ne Kur’an hakkında mana ve telaffuz açısından ayrım
yapanları Lafziyye olarak anarak Cehmîlikle itham eden Hanbelî çevre, ne de söz konusu
ayrımı benimseyen Buhârî ve İbn Kuteybe gibi diğer Ashâbü’l-Hadîs’ten isimler, bu ayrımın
Ebû Hanîfe tarafından benimsenmiş olduğuna dair herhangi bir irtibatlandırma
yapmışlardır. Bu durum, söz konusu ayrımın Ebû Hanîfe tarafından yapıldığı iddiasına
şüpheyle yaklaşmamızı destekler niteliktedir. Genel olarak makalemizde yer verilen
birbirine zıt iddiaları manidar kılan esas husus ise, Ehl-i Sünnet içerisinde Ebû Hanîfe’yi
dışlayan (özelde Hanbelî Hadis Taraftarı) kesimler ile onu savunan (Eş‘arî ve Maturidîler
gibi) zümreler arasındaki çekişmeyi resmetmesidir. Diğer taraftan kelâma ilgi duyarak
Mu‘tezile’ye yakın olan Irak Hanefîleri bu fikrin Ebû Hanîfe’ye nispet edilmesinde etkili
olurken; buna karşın Ehl-i Hadîs’e daha yakın bir tutum sergileyen özellikle Mâverâünnehir
Hanefîleri ise Mu‘tezilî karşıtı tutumlarına bağlı olarak söz konusu fikrin ona nispet
edilmesine karşı durmalarıyla öne çıkmaktadır.
Kuramer Yayınları
Editör: Prof. Dr. Sönmez Kutlu
İlmî Toplantılar Serisi 2018
Atalay, Hakan, Islahat Hareketleri ve Selefîlik, Yüksek Lisans Tezi, Tez Danışmanı: Prof. Dr. Hasan Onat, 119 s.
ABSTRACT
However salafism, in strict sense, can not be considered as a religious sect (madhab), in many studies its perceived as a sect, withal being said that Ibn Taymiya is the sistematic founder. Nevertheless, apart from the term “salafiyyun” which is the antonym of “khalafiyyun”, it can be seen that the attribute “salafi” for the first time emerges with the modern epoch reformist movements. In this sense, our thesis studies the sole of the term “salafism” and dicusses its relation with reformist movements. Moreover, it seems to be a healthier conviction to consider salafism as a mindset/mentality rather than a sect, while conceding Ibn Taymiyah not as the sistematic founder, but a source of inspiration for reformist and wahabi movements.
Atalay, Hakan, Reform Movements and Salafism, Master Degree Thesis, Thesis Advisor: Prof. Dr. Hasan Onat, 119 p.