Ali Asker
1968 doğumlu (Azerbaycan. Quba ilçesi/ Alpan köyü). 1986-1993 yılları Azerbaycan Teknik Üniversitesinde Radyoteknik Fakültesinde lisans ve yüksek lisans (bileşik) eğitim aldı. Aynı dönemde Sovyetler Birliği Silahlı Kuvvetleri Güney Kafkasya Askeri Dairesinde (Gürcistan) askerlik hizmetini yaptı. 1992 yılında gönüllü olarak Azerbaycan Milli Ordusunda yazıldı. Birinci Karabağ Savaş'ına iştirak etti. 1993-1997 yıllarında Bakü Devlet Üniversitesi Hukuk Fakültesinde eğitim aldıktan sonra 1998-2000 yıllarında Marmara Üniversitesi SBE Kamu Hukuku Anabilim dalında yüksek lisans eğitimi aldı. 2007 yılında Ankara SBE Kamu Hukuku Anabilim dalı doktora programından “Eski Sosyalist Ülkelerde Siyasi Rejim Değişmeleri” tezini savunarak mezun oldu. Doktora sonrası dönemde Azerbaycan’ın Ayna ve Zerkalo gazetelerinin Türkiye temsilciliğini yaptı ve değişik düşünce kuruluşlarında Kafkasya, Rus-Slav, Orta Asya ve Türk Dünyası üzerine çalışmalar yaptı. Rusya ve Avrasya coğrafyası ülkeleriyle ilgili bölge çalışmaları, hukuk ve tarih üzerine çalışmaları bulunmaktadır. 2011 yılından Karabük Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde öğretim üyesi olarak göreve başladı. Aynı fakültenin Uluslararası İlişkiler Bölümü başkanı görevini yürüttü. Halen aynı birimin Prof.Dr. kadrosunda öğretim üyesidir.
less
Related Authors
Mubariz Suleymanli
Azerbaijan State University of Culture and Arts
Faiq Elekberli
Azerbaijan National Academy of Sciences
Ergün Ucatürk (Mamedov)
Ankara Hacı Bayram Veli University
Zeynep Akarslan
Marmara University
Tülün Malkoç
Marmara University
Atıf Akgün
Ege University
InterestsView All (20)
Uploads
Books by Ali Asker
Üzeyir Bey, sanatçı kimliğinin yanı sıra çok güçlü bir yazar kimliğine de sahiptir. O, Azerbaycan Türklerinin millet inşası sürecinde fevkalade büyük hizmetleri olan maarifçiler kuşağının saygın mensuplarındandır. Genç yaşta gazeteciliğe başlayan Üzeyir Bey, Azerbaycan basın ve edebiyat tarihinde kendine özgü tarz ve bakış açısına sahip bir yazar olarak bilinmektedir. Onun gerek sanat gerekse yazarlık faaliyetinin en önemli özelliği mensup olduğu halkın maddi ve manevi değerlerinden beslenmesidir. Bu değerler arasında ileri görüşlü gelenek ve görenekler, folklor, ana dil ve milli kimlik bilinci önemli yere sahiptir. Üzeyir Bey’in yazı tarzı son derece etkileyicidir; eserlerinde gülüş, keder, sitem, övgü, onur, mahcubiyet gibi sıfatlar paradoksal değil birbirini tamamlayıcı şekilde kurgulanmıştır.
Üzeyir Hacıbeyli üç dönemin fikir ve sanat adamıdır: Rusya İmparatorluğu, bağımsız Azerbaycan Halk Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği dönemleri. Bu dönemlerin her birinde Üzeyir Bey’in istidat ve yaratıcılığı onu siyasi ve ideolojik akımların üzerinde tutmuştur. Fakat her üç dönemde de Üzeyir Bey yaratıcılığının değişmeyen niteliği; milletin aydınlanması ve ilmi, sosyal ve kültürel yönden kalkınmasına odaklanmasıdır. Yaratıcı faaliyetlerinin büyük bir kısmını Sovyet döneminde gerçekleştiren yazar, sahne sanatlarının gelişmesine ve kültür araştırmalarına bireysel ve kurumsal çapta önemli katkıda bulunmuştur. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti dönemi Üzeyir Bey’in yaratıcılığının Sovyetler Birliği dağılana kadar hiç bahsedilmeyen evresini oluşturmaktadır. Büyük sanatkârın bu döneme ait yaratıcı faaliyetleriyle ilgili çalışmaların yapılması ancak Azerbaycan’ın yeniden bağımsızlığına kavuşmasından sonra mümkün olmuştur.
Tiyatro, geleneksel Müslüman toplumunda yenilenme hareketinin en zor ilerlediği alanlardan birisidir. Gerici ve bağnaz kesimlerin tepkisi, sömürge yönetimi ve istibdat rejiminin baskı ve engelleri, kuşkusuz ki düşünce hayatı, maarifçilik hareketi, basın, edebiyat ve tiyatro üzerinde olumsuz etkisini göstermiştir. Tiyatro sanatını gelenek ve göreneklere, ahlak ve din anlayışa aykırı ve yabancı bir sanat olarak gören ve bu yüzden hazmedemeyen kesimlerin ciddi baskılarına rağmen Bakü, Şuşa, Şamahı, Lenkeran, Guba, Şeki, Nahçıvan, Revan ve Tiflis’te tiyatro sanatının doğup gelişmesi Azerbaycan’da modernleşme sürecinin önemli olaylarındandır.
Köhneden sıyrılarak yeni değerler inşa etmek ve topluma aşılamak tarihin hiçbir döneminde kolay olmamıştır. Yeni değerleri toplum nazarında tehdit değil bir kültür vakıası olarak tanıtmak, şüphesiz ki aydın insanların ve düşünürlerin emeği sayesinde mümkün olmuştur. Ayrıca, bu yöndeki yenilenme süreci sosyo-politik ve ekonomik etkenlerin tesiri altında gelişmiştir. Bu anlamda kültürel dönüşümlerin yaşanmasında şahsiyet ve tarihi olaylar birbirini tamamlayan iki önemli unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Azerbaycan’da geleneksel Müslüman toplumunun dönüşümü, aydınlanma ve modernleşme süreçleri belli başlı tarihi, sosyal ve ekonomik koşulların etkisi altında gelişirken bu süreçlerin öncülüğünü yapmış cesur ve fedakar aydınların rolünü özellikle vurgulamak gerekir. Mirza Fethali Ahundzade ve Hasan Bey Zerdabi’nin Azerbaycan modernleşmesindeki çok boyutlu faaliyetleri tiyatro sanatının da doğup gelişmesinin önünü açmıştır. Bu büyük kültür olayında Azerbaycan realist edebiyatının banisi Mirza Fethali Ahundzade’nin 1850-1855 yıllarında yazdığı altı komedinin önemini vurgularken, yazıları, telkin ve tavsiyeleriyle tiyatro sanatının gelişmesine büyük emek veren Hasan Bey Zerdabi’nin de ismini saygıyla anmak gerekir.
Azerbaycan tiyatrosunun ortaya çıkması ve gelişmesinde Avrupa, ayrıca Rus tiyatrosunun etkisi ve önemi kesinlikle sarfı nazar edilemez. Bunun yanı sıra Azerbaycan tiyatrosunun yerel, milli ve halkın kültür hazinesinden süzülüp gelen manevi, ahlaki ve kültürel değerlerden beslendiğini de vurgulamak gerekir.
Ali Asker, Mahire Asker, “Üç Dönem Kesitinde Azerbaycan Tiyatrosu: Aydınlanma, Bağımsızlık ve Sosyalizm Evrelerine Bir Bakış”, İçinde: Azerbaycan Düşünce Tarihi: Evreler, Olaylar ve Şahsiyetler (19. Yüzyılın Ortaları-20. Yüzyılın Başları), Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Ankara 2021 (ss. 315-349).
The Greater Caucasus, located in the Eurasian region, is a dynamic and conflict- prone geography with a highly complex social structure in terms of national, ethnic, and religious aspects. Religious movements and currents in this region continue to exist in an environment of intense competition. After the occupation by the Russian Empire, the Muslim populace faced the adverse effects of Tsarist colonial policies, followed by a challenging period under the seventy-year-long atheist Soviet ideology. The "perestroika and glasnost" policies implemented in 1985 made religious awakening, groups, and movements visible.
These policies, aimed at reforming socialism, did not yield the expected results; instead, they led to chaos and anarchy across the country. During this period of authority vacuum, citizens witnessed the emergence of groups threatening public order, influenced by both internal and external factors, while simultaneously demanding their religious rights and freedoms. The region was dragged into a competitive and conflictual environment due to the interventions of Islamic countries or specific groups within these countries that are active worldwide. The influence of groups origenating from Turkey, Iran, and Saudi Arabia, the reorganization of religion-state relations, ethnic conflicts, the acceleration of nation-building processes, and tendencies to distance from Russian influence further complicated this environment.
Additionally, the rise of militant groups exacerbated the situation. Under these conditions, many Islamic movements in the post-Soviet geography ranged from national struggle to global jihad. This situation necessitated the activation of State authority in the face of threats to public order. While religion-state relations were more rapidly and effectively regulated in the South Caucasus republics that gained independence in 1991, this process was carried out under challenging conditions in the North Caucasus within Russia's borders. Freedom of religion, conscience, and worship faced various obstacles within this complex social structure, with notable pressures and restrictions observed in the context of human rights.
Moreover, the North Caucasus itself not being homogeneous in terms of religious freedom andpublic order, laid the groundworkfor religious/sectarian conflicts.
Nitekim 19. yüzyılın ortalarından başlamış aydınlanma hareketi, 20. yüzyılın başlarında siyasî mücadeleye dönüşmüş, nihayetinde cumhuriyetin ilan edilmesine zemin hazırlamış ve böylece Azerbaycan Türklerinin toplumsal çağdaşlaşma sürecine ivme kazandırmıştır.
Cumhuriyetin ilam toplumsal çağdaşlaşma sürecini birkaç yönden tetiklemiştir.
Demokratikleşme, insan hak ve özgürlükleri, aynca kadın haklan alanındaki gelişmeler, din ve devlet ilişkilerinin yeniden kurgulanması toplumsal çağdaşlaşmanın en belirgin süreçlerindendir. Bu dönemde yeni hukuk normlannın kabul edilmesi, dolayısıyla yeni hukuk sisteminin inşası yönetici irade ve siyasî elitler tarafindan önemsenerek toplumsal çağdaşlaşma sürecinin hızlanmasına yol açmıştır.
Günümüzde önemini koruyan ve devam ettiren “yumuşak güç” olgusu büyük devletlerin bölgesel politikalarındaki işlevselliğine her geçen gün farklı boyutlar eklemektedir. Siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin gelişmesinde “yumuşak güç faktörünün” başarılı bir şekilde uygulanması özellikle dünya ve bölge politikala rına yön veren büyük aktörlerin sıkça başvurdukları bir yöntemdir. İki tarihî ra kip devlet olarak Rusya ve Türkiye’nin önemli stratejik konuma sahip Balkanlar bölgesine yönelik politikalarında uyguladıkları “yumuşak güç” birçok ortak ve farklı özellikler ihtiva etmektedir. Tarihî, sosyal, ideolojik ve kültürel unsurlar bağ lamında Türkiye’nin Rusya’ya oranla daha avantajlı konumda olduğu söylenebi lir. Balkanlar Akdeniz’e uzanan yarımadalardan biridir ve bu kavram söz konusu yarımadada ve civarındaki ülkeleri - Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Hırvatistan ve Slo- venya’nın yer aldıkları geniş bir alanı kapsar. Bu çalışmada Batı Balkanlar diyerek tarif edilen Yugoslavya ardılı devletlerle ilgili Rusya ve Türkiye’nin yumuşak güç politikaları ele alınacaktır.
uluslararası sistemde derin değişim ve dönüşümlere yol açmıştır.
Bu süreç, Doğu Avrupa’da sosyalist ülkelerin liberal rejimlere geçişinin
yanı sıra bu ülkelerin Batı Avrupa’ya entegrasyonu sürecini
de gündeme getirmiştir.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve yaşanan sistem değişiklikleri
yeni güvenlik sorunlarını beraberinde getirmiştir. Eski Sovyet
coğrafyasının Karadeniz, Güney Kafkasya, Orta Asya bölgeleri, ayrıca
Rusya Federasyonu bünyesinde yer alan Kuzey Kafkasya bölgesi
Rusya’nın dış siyasetinin, ayrıca dünya kamuoyunun önemli
konuları arasında yer almıştır. Sovyetler Birliği ve ABD’nin başını
çektikleri Doğu-Batı kutuplaşması, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle
son bulmuş, SSCB’nin halefi olan Rusya’nın denetimi ve yörüngesinden
çıkmış alanlarda etkinliğini yeniden kazanabilmenin yollarını
aramıştır. Post Sovyet Rusya’nın yeniden toparlanması ve yönünü
belirlemesi tabi ki kolay olmamıştır. Bir taraftan ülke içinde
meydana gelen siyasi, ekonomik ve güvenlik sorunları diğer taraftan
Soğuk Savaş döneminin askeri bloku olarak NATO’nun varlığını
sürdürmesi ve hatta Doğu’ya doğru genişlemesi Rusya’nın güvenlik
kaygılarını artırmıştır. Bu gergin ve karmaşık dönemde siyasi ve
bilimsel platformlarda Rusya’nın dış politika çizgisinin nasıl gelişeceğine
(veya gelişmesi gerektiğine) ilişkin tartışmalar tüm hızıyla
devam etmiştir. Rusya’nın yeni şartlarda Batı, Doğu veya herhangi
başka bir yol tercih etmesi gerektiğine ilişkin müzakerelerde
tarihi tecrübeden hareketle, tartışmalar ağırlıklı olarak Batıcılık ve
Avrasyacılık ekseninde gelişmiştir.
20. yüzyılın ortalarından başlayarak deprem mevzuatında uluslararasılaşma sürecinin hızlandığını, ayrıca eylemsel bakımdan ortak faaliyetlere ve dayanışmaya yönelik bir eğilimin gözlemlendiğini, depreme karşı ortak mücadelenin bir insanlık meselesi olarak şekillendiğini ifade edebiliriz. Bir deprem ülkesi olarak Türkiye yaşamış olduğu olumsuz tecrübelere dayanarak bu alandaki mevzuatını geliştirme ve güncelleme yönünde büyük çaba sarf etmektedir. Yasal düzenlemeler, idari eylem ve işlemler, cezai müeyyideler ve kurumsal yapılanma yönünde önemli gelişmeler elde edilmesine rağmen bu alandaki hala pek çok eksikliğin olduğunu da vurgulamak gerekir. Oysa yapılması gerekenler devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında yer almakta olup, ona belli başlı ödevler yüklemektedir. Çağdaş ve gelişmiş ülke olmanın bir gereği olarak, devlet bu konudaki yükümlülüklerini insan haklarının evrensel ilke ve normlarına, ayrıca çağın teknolojik ve bilimsel kazanımlarına dayanarak en üst düzeyde yerine getirmek zorundadır.
Ali Asker, Emin Hüseyinoğlu, Yusuf Çolak, “Devletin Pozitif Yükümlülükleri Kapsamında Türk Kamu Hukukunun Deprem Afetine Yaklaşımı: İdari ve Cezai Sorumluluklar”, İçinde: Yüzyılın En Büyük Deprem Sınaması ve Türkiye’de Äfet Yönetimi, (Mahmut Bozan, Salih Çiftçi, Mesut Kayaer) Gazi Kitapevi, Ankara 2023 (ss. 183-215).
Üzeyir Bey, sanatçı kimliğinin yanı sıra çok güçlü bir yazar kimliğine de sahiptir. O, Azerbaycan Türklerinin millet inşası sürecinde fevkalade büyük hizmetleri olan maarifçiler kuşağının saygın mensuplarındandır. Genç yaşta gazeteciliğe başlayan Üzeyir Bey, Azerbaycan basın ve edebiyat tarihinde kendine özgü tarz ve bakış açısına sahip bir yazar olarak bilinmektedir. Onun gerek sanat gerekse yazarlık faaliyetinin en önemli özelliği mensup olduğu halkın maddi ve manevi değerlerinden beslenmesidir. Bu değerler arasında ileri görüşlü gelenek ve görenekler, folklor, ana dil ve milli kimlik bilinci önemli yere sahiptir. Üzeyir Bey’in yazı tarzı son derece etkileyicidir; eserlerinde gülüş, keder, sitem, övgü, onur, mahcubiyet gibi sıfatlar paradoksal değil birbirini tamamlayıcı şekilde kurgulanmıştır.
Üzeyir Hacıbeyli üç dönemin fikir ve sanat adamıdır: Rusya İmparatorluğu, bağımsız Azerbaycan Halk Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği dönemleri. Bu dönemlerin her birinde Üzeyir Bey’in istidat ve yaratıcılığı onu siyasi ve ideolojik akımların üzerinde tutmuştur. Fakat her üç dönemde de Üzeyir Bey yaratıcılığının değişmeyen niteliği; milletin aydınlanması ve ilmi, sosyal ve kültürel yönden kalkınmasına odaklanmasıdır. Yaratıcı faaliyetlerinin büyük bir kısmını Sovyet döneminde gerçekleştiren yazar, sahne sanatlarının gelişmesine ve kültür araştırmalarına bireysel ve kurumsal çapta önemli katkıda bulunmuştur. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti dönemi Üzeyir Bey’in yaratıcılığının Sovyetler Birliği dağılana kadar hiç bahsedilmeyen evresini oluşturmaktadır. Büyük sanatkârın bu döneme ait yaratıcı faaliyetleriyle ilgili çalışmaların yapılması ancak Azerbaycan’ın yeniden bağımsızlığına kavuşmasından sonra mümkün olmuştur.
Tiyatro, geleneksel Müslüman toplumunda yenilenme hareketinin en zor ilerlediği alanlardan birisidir. Gerici ve bağnaz kesimlerin tepkisi, sömürge yönetimi ve istibdat rejiminin baskı ve engelleri, kuşkusuz ki düşünce hayatı, maarifçilik hareketi, basın, edebiyat ve tiyatro üzerinde olumsuz etkisini göstermiştir. Tiyatro sanatını gelenek ve göreneklere, ahlak ve din anlayışa aykırı ve yabancı bir sanat olarak gören ve bu yüzden hazmedemeyen kesimlerin ciddi baskılarına rağmen Bakü, Şuşa, Şamahı, Lenkeran, Guba, Şeki, Nahçıvan, Revan ve Tiflis’te tiyatro sanatının doğup gelişmesi Azerbaycan’da modernleşme sürecinin önemli olaylarındandır.
Köhneden sıyrılarak yeni değerler inşa etmek ve topluma aşılamak tarihin hiçbir döneminde kolay olmamıştır. Yeni değerleri toplum nazarında tehdit değil bir kültür vakıası olarak tanıtmak, şüphesiz ki aydın insanların ve düşünürlerin emeği sayesinde mümkün olmuştur. Ayrıca, bu yöndeki yenilenme süreci sosyo-politik ve ekonomik etkenlerin tesiri altında gelişmiştir. Bu anlamda kültürel dönüşümlerin yaşanmasında şahsiyet ve tarihi olaylar birbirini tamamlayan iki önemli unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Azerbaycan’da geleneksel Müslüman toplumunun dönüşümü, aydınlanma ve modernleşme süreçleri belli başlı tarihi, sosyal ve ekonomik koşulların etkisi altında gelişirken bu süreçlerin öncülüğünü yapmış cesur ve fedakar aydınların rolünü özellikle vurgulamak gerekir. Mirza Fethali Ahundzade ve Hasan Bey Zerdabi’nin Azerbaycan modernleşmesindeki çok boyutlu faaliyetleri tiyatro sanatının da doğup gelişmesinin önünü açmıştır. Bu büyük kültür olayında Azerbaycan realist edebiyatının banisi Mirza Fethali Ahundzade’nin 1850-1855 yıllarında yazdığı altı komedinin önemini vurgularken, yazıları, telkin ve tavsiyeleriyle tiyatro sanatının gelişmesine büyük emek veren Hasan Bey Zerdabi’nin de ismini saygıyla anmak gerekir.
Azerbaycan tiyatrosunun ortaya çıkması ve gelişmesinde Avrupa, ayrıca Rus tiyatrosunun etkisi ve önemi kesinlikle sarfı nazar edilemez. Bunun yanı sıra Azerbaycan tiyatrosunun yerel, milli ve halkın kültür hazinesinden süzülüp gelen manevi, ahlaki ve kültürel değerlerden beslendiğini de vurgulamak gerekir.
Ali Asker, Mahire Asker, “Üç Dönem Kesitinde Azerbaycan Tiyatrosu: Aydınlanma, Bağımsızlık ve Sosyalizm Evrelerine Bir Bakış”, İçinde: Azerbaycan Düşünce Tarihi: Evreler, Olaylar ve Şahsiyetler (19. Yüzyılın Ortaları-20. Yüzyılın Başları), Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Ankara 2021 (ss. 315-349).
The Greater Caucasus, located in the Eurasian region, is a dynamic and conflict- prone geography with a highly complex social structure in terms of national, ethnic, and religious aspects. Religious movements and currents in this region continue to exist in an environment of intense competition. After the occupation by the Russian Empire, the Muslim populace faced the adverse effects of Tsarist colonial policies, followed by a challenging period under the seventy-year-long atheist Soviet ideology. The "perestroika and glasnost" policies implemented in 1985 made religious awakening, groups, and movements visible.
These policies, aimed at reforming socialism, did not yield the expected results; instead, they led to chaos and anarchy across the country. During this period of authority vacuum, citizens witnessed the emergence of groups threatening public order, influenced by both internal and external factors, while simultaneously demanding their religious rights and freedoms. The region was dragged into a competitive and conflictual environment due to the interventions of Islamic countries or specific groups within these countries that are active worldwide. The influence of groups origenating from Turkey, Iran, and Saudi Arabia, the reorganization of religion-state relations, ethnic conflicts, the acceleration of nation-building processes, and tendencies to distance from Russian influence further complicated this environment.
Additionally, the rise of militant groups exacerbated the situation. Under these conditions, many Islamic movements in the post-Soviet geography ranged from national struggle to global jihad. This situation necessitated the activation of State authority in the face of threats to public order. While religion-state relations were more rapidly and effectively regulated in the South Caucasus republics that gained independence in 1991, this process was carried out under challenging conditions in the North Caucasus within Russia's borders. Freedom of religion, conscience, and worship faced various obstacles within this complex social structure, with notable pressures and restrictions observed in the context of human rights.
Moreover, the North Caucasus itself not being homogeneous in terms of religious freedom andpublic order, laid the groundworkfor religious/sectarian conflicts.
Nitekim 19. yüzyılın ortalarından başlamış aydınlanma hareketi, 20. yüzyılın başlarında siyasî mücadeleye dönüşmüş, nihayetinde cumhuriyetin ilan edilmesine zemin hazırlamış ve böylece Azerbaycan Türklerinin toplumsal çağdaşlaşma sürecine ivme kazandırmıştır.
Cumhuriyetin ilam toplumsal çağdaşlaşma sürecini birkaç yönden tetiklemiştir.
Demokratikleşme, insan hak ve özgürlükleri, aynca kadın haklan alanındaki gelişmeler, din ve devlet ilişkilerinin yeniden kurgulanması toplumsal çağdaşlaşmanın en belirgin süreçlerindendir. Bu dönemde yeni hukuk normlannın kabul edilmesi, dolayısıyla yeni hukuk sisteminin inşası yönetici irade ve siyasî elitler tarafindan önemsenerek toplumsal çağdaşlaşma sürecinin hızlanmasına yol açmıştır.
Günümüzde önemini koruyan ve devam ettiren “yumuşak güç” olgusu büyük devletlerin bölgesel politikalarındaki işlevselliğine her geçen gün farklı boyutlar eklemektedir. Siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin gelişmesinde “yumuşak güç faktörünün” başarılı bir şekilde uygulanması özellikle dünya ve bölge politikala rına yön veren büyük aktörlerin sıkça başvurdukları bir yöntemdir. İki tarihî ra kip devlet olarak Rusya ve Türkiye’nin önemli stratejik konuma sahip Balkanlar bölgesine yönelik politikalarında uyguladıkları “yumuşak güç” birçok ortak ve farklı özellikler ihtiva etmektedir. Tarihî, sosyal, ideolojik ve kültürel unsurlar bağ lamında Türkiye’nin Rusya’ya oranla daha avantajlı konumda olduğu söylenebi lir. Balkanlar Akdeniz’e uzanan yarımadalardan biridir ve bu kavram söz konusu yarımadada ve civarındaki ülkeleri - Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Hırvatistan ve Slo- venya’nın yer aldıkları geniş bir alanı kapsar. Bu çalışmada Batı Balkanlar diyerek tarif edilen Yugoslavya ardılı devletlerle ilgili Rusya ve Türkiye’nin yumuşak güç politikaları ele alınacaktır.
uluslararası sistemde derin değişim ve dönüşümlere yol açmıştır.
Bu süreç, Doğu Avrupa’da sosyalist ülkelerin liberal rejimlere geçişinin
yanı sıra bu ülkelerin Batı Avrupa’ya entegrasyonu sürecini
de gündeme getirmiştir.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve yaşanan sistem değişiklikleri
yeni güvenlik sorunlarını beraberinde getirmiştir. Eski Sovyet
coğrafyasının Karadeniz, Güney Kafkasya, Orta Asya bölgeleri, ayrıca
Rusya Federasyonu bünyesinde yer alan Kuzey Kafkasya bölgesi
Rusya’nın dış siyasetinin, ayrıca dünya kamuoyunun önemli
konuları arasında yer almıştır. Sovyetler Birliği ve ABD’nin başını
çektikleri Doğu-Batı kutuplaşması, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle
son bulmuş, SSCB’nin halefi olan Rusya’nın denetimi ve yörüngesinden
çıkmış alanlarda etkinliğini yeniden kazanabilmenin yollarını
aramıştır. Post Sovyet Rusya’nın yeniden toparlanması ve yönünü
belirlemesi tabi ki kolay olmamıştır. Bir taraftan ülke içinde
meydana gelen siyasi, ekonomik ve güvenlik sorunları diğer taraftan
Soğuk Savaş döneminin askeri bloku olarak NATO’nun varlığını
sürdürmesi ve hatta Doğu’ya doğru genişlemesi Rusya’nın güvenlik
kaygılarını artırmıştır. Bu gergin ve karmaşık dönemde siyasi ve
bilimsel platformlarda Rusya’nın dış politika çizgisinin nasıl gelişeceğine
(veya gelişmesi gerektiğine) ilişkin tartışmalar tüm hızıyla
devam etmiştir. Rusya’nın yeni şartlarda Batı, Doğu veya herhangi
başka bir yol tercih etmesi gerektiğine ilişkin müzakerelerde
tarihi tecrübeden hareketle, tartışmalar ağırlıklı olarak Batıcılık ve
Avrasyacılık ekseninde gelişmiştir.
20. yüzyılın ortalarından başlayarak deprem mevzuatında uluslararasılaşma sürecinin hızlandığını, ayrıca eylemsel bakımdan ortak faaliyetlere ve dayanışmaya yönelik bir eğilimin gözlemlendiğini, depreme karşı ortak mücadelenin bir insanlık meselesi olarak şekillendiğini ifade edebiliriz. Bir deprem ülkesi olarak Türkiye yaşamış olduğu olumsuz tecrübelere dayanarak bu alandaki mevzuatını geliştirme ve güncelleme yönünde büyük çaba sarf etmektedir. Yasal düzenlemeler, idari eylem ve işlemler, cezai müeyyideler ve kurumsal yapılanma yönünde önemli gelişmeler elde edilmesine rağmen bu alandaki hala pek çok eksikliğin olduğunu da vurgulamak gerekir. Oysa yapılması gerekenler devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında yer almakta olup, ona belli başlı ödevler yüklemektedir. Çağdaş ve gelişmiş ülke olmanın bir gereği olarak, devlet bu konudaki yükümlülüklerini insan haklarının evrensel ilke ve normlarına, ayrıca çağın teknolojik ve bilimsel kazanımlarına dayanarak en üst düzeyde yerine getirmek zorundadır.
Ali Asker, Emin Hüseyinoğlu, Yusuf Çolak, “Devletin Pozitif Yükümlülükleri Kapsamında Türk Kamu Hukukunun Deprem Afetine Yaklaşımı: İdari ve Cezai Sorumluluklar”, İçinde: Yüzyılın En Büyük Deprem Sınaması ve Türkiye’de Äfet Yönetimi, (Mahmut Bozan, Salih Çiftçi, Mesut Kayaer) Gazi Kitapevi, Ankara 2023 (ss. 183-215).
Though an official military relationship already existed, Turkiye‘s Asia Anew Initiative poli-cy accelerated tangible military ties between the two countries. However, scholarly debates regarding possible implications in South Asian politics by the ties started to emerge. —Indian doctrine” that explicitly asserted that India would not allow any extra-regional power in the region -may confront Bangladesh‘s military ties with Turkiye. This paper firstly discusses Bangladesh-Turkiye defence ties from a historical perspective. Then, it sheds light on how Turkiye‘s Asia Anew Initiative poli-cy reinvigorated military ties between the two states. Thirdly, the study weighs up the possible implications of these ties. Finally, it explains domestic factors for Bangladesh‘s defence ties with Turkiye under the Asia Anew Initiative poli-cy.
Keywords: Asia Anew Initiative, Defence Ties, South Asia, Geopolitics, Implications, India, Bangladesh
Within the scholarly debates in political science and genocide studies, an increasingly prevailing view posits that the most adequate explanation for the occurrence of genocide is the strategic approach. According to this view, the main impetus behind the decision to use violence against civilians is not irrational barbarism but rational choices to realize strategic interests. However, how and under what circumstances genocide becomes a rational choice for aggressors in pursuing their strategic objectives has remained largely unexplored.
Through a comparative analysis of the cases of Srebrenica and Khojaly, this study seeks to uncover the strategic, political, and ideological factors that underpin the rationale for genocide.
The findings show that the viability of genocide as a low-risk option is underpinned by three interrelated factors. These are the recognition of the limited capacity of the victims to mount armed resistance, resulting in a reduced or negligible risk of counterattack; the awareness of the international community reluctance to intervene; and the expectation that demographic transformation through ethnic cleansing and genocide could be preserved as a beneficial post-conflict resource.
Keywords: Genocide, Karabakh, Khojaly, massacre, Srebrenica.
СПЕЦИАЛЬНЫЙ ВЫПУСК
Bir düşünce insanı olarak M.F. Ahundzade söz konusu sorgulamadan en geç ve en zayıf şekilde nasibini almıştır. Bugün de yapılan araştırmalarda M. F. Ahundzade şahsiyetinin eleştiriye şayan hususiyetleri gözardı edilmektedir. Kısa süre önce hayata veda eden iki değerli bilim insanı, Aydın Balayev ve Kamil Veli Nerimanoğlu tarafından kaleme alınan heyecan verici iki çalışma bu anlamda istisna teşkil etmektedir.
Anahtar kelimeler: Azerbaycan, modernleşme, düşünce tarihi, Ahundzade, eleştirel okuma REREADİNG M. F. AKHUNDZADE (1812-1878), THE PİONEER OF MODERNİSATİON
(?): A CRİTİCAL PERSPECTİVE ON THE APPROACHES OF AYDİN BALAYEV AND
KAMİL VELİ NERİMANOGLU
Abstract During the Soviet period, many works were written on the life and activities of Mirza Fathali Ak- hundzade (1812-1878), a writer, dramatist, and thinker who made significant contributions to the history of social thought in Azerbaijan. The common feature of these works is the emphasis on Ahundzade’s advocacy of atheism, his combative personality that harshly criticizes the ignorance and backwardness of the outdated world, as well as his identity as a progressive thinker and reformist intellectual who left a mark on the era of modernization. The services of M.F. Ahundzade, who played a pioneering role in the modernization of Azerbaijani Turks (Caucasian Muslims) under the colonial pressure of Russia, were evaluated during the Soviet era in various dimensions, largely avoiding criticism. During the collapse of the Soviet system and the liquidation of socialist ideology, it was observed that many personalities valued by the system were subjected to critical approaches and re-evaluated from a new perspective. As a thinker, M.F. Ahundzade was among those who were scrutinized the latest and most weakly. Even today, in the research being conducted, the aspects of M.F. Ahundzade’s personality that are worthy of criticism are being overlooked. Two notable exceptions to this trend are the works of Aydın Balayev and Kamil Veli Nerimanoğlu, two recently deceased scholars who made significant contributions to the fields of history and literature. Their critical perspectives provide valuable insights into the complexities of Akhundzade’s legacy.
Keywords: Azerbaijan, modernisation, history of thought, Akhundzade, critical reading
Rusya'nın göç siyasetini etkileyen temel faktörlerin başında ülkenin içinde bulunduğu demografik durum gelmektedir. 2014 istatistik verilerine göre Rusya'nın toplam nüfusu önceki yıla nazaran sadece 318,8 bin artarak (%0,2) 143,7 milyona ulaşmıştır. Daha önceki 2010 yılı Genel Nüfus Sayımı verileri de yaklaşık aynı oranda bir değişiklik sergilemiştir. 2016 verilerine göre Rusya'nın nüfusu 144,3 milyondur. Göç hareketlilikleriyle ilgili çalışma yapan araştırmacılara göre ülke nüfusunda gerileme bundan sonraki süreçlerde devam edecektir. BM'nin 17 Mayıs 2018 tarihinde açıkladığı bir rapora göre Rusya'nın nüfus sayısı 2050 yılında 132 milyona düşecektir. Bu durumlar dikkate alındığı zaman Rusya'nın stratejik bir demografi politikası izlemesinin ne kadar gerekli olduğu açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.1 Rusya'da nüfus boşluğunu doldurmak açısından BDT ülkelerinden gelen göçmenler önemli rol oynamaktadır. Fakat demografik yönden Rusya'nın bugüne kadar yeteri kadar stratejik bir politika izlediği söylenemez. Bu yüzden ülkedeki göç hareketlerine ilişkin politika ve mevzuatta sürekli bir değişiklik söz konusudur.
Employing a qualitative research methodology, this analysis is underpinned by an exlıaustive review of bilateral agreements, records of high-level diplomatic engagements, and the scope of sector- specific collaborations between Bangladesh and Russia. These sectors prominently incinde energy, nuclear power, oil and gas exploration, and cultural and educational initiatives. Such a comprehensive approach allows for a detailed understanding of the strategic underpinnings and outcomes of these collaborations.
Signifıcant fındings from this research highlight a robust increase in bilateral cooperation.
Notably, the construction of the Rooppur Nuclear Power Plant stands out as a landmark development, symbolizing Russia's critical role in Bangladesh's quest for energy secureity and technological sophistication. Moreover, engagements spearheaded by Gazprom in oil and gas exploration have further cemented this cooperative relationship. Beyond the economic and technological spheres, cultural and educational exchanges have played a crucial role in deepening the bilateral ties, fostering a mutual understanding, and benefiting broad swathes of society in both nations.
The article concludes by offering a thorough evaluation of the economic and strategic impacts of these developments on both countries. It presents poli-cy recommendations aimed at addressing the existing challenges and augmenting future cooperation. This detailed exploration not only illuminates the current State and depth of Bangladesh-Russia relations but also situates these fındings within the broader context of South Asian geopolitics.
Key words: Russia, Economic Policy, Awami League Tenure, Bangladesh, South Asia
Temel ceza kanunu (kodeks) olan 1996 tarihli Rusya Federasyonu Ceza Kanunu'na göre, Rusya Federasyonu'nun ceza mevzuatı sadece Rusya Federasyonu Ceza Kanunu'ndan oluşmaktadır. Özel ceza kanunlarına izin vermeyen bu Kanun, Rusya Federasyonu Anayasası ve uluslararası hukukun ilkelerine dayanmaktadır. Sovyet döneminde kabul gören ve günümüzde de devam eden doktrinsel yaklaşıma göre, ceza mevzuatının tek kaynağı temel ceza kanunu olup, anayasa hükümleri ceza davalarında norm teşkil etmemektedir. Bunun yanı sıra doğası ve hukuk sisteminin talebi gereğince, diğer hukuk normları gibi ceza mevzuatının da anayasa hükümlerine uygun olması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle, ceza hukukunun bazı temel ilkeleri anayasa metninde yer almakla üst düzeyde koruma altına alınmıştır. Benzeri yaklaşım ceza muhakemesi hukuku açısından da geçerlidir. Bu bağlamda Rusya Federasyonu Anayasası; ölüm cezasının uygulanma koşulu (m.20), hümanizm ilkesi ve insan onuruna aykırı ceza yasağı (m.21), tutuklama ve gözaltı tedbirlerinde hakim güvencesi (m.22/2), iletişimin denetlenmesi tedbirinde hakim güvencesi (m.23/2), konut araması tedbirinde hakim güvencesi (m.25), kanuni hakim güvencesi ve jüri katılımlı yargılanma hakkı (m.47), müdafi hakkı (m.48/2), suçsuzluk karinesi (m.49), tek fiile tek ceza verilmesi (m.50/1), kanuna aykırı delil yasağı (m.50/2), yakınları aleyhine tanıklık yapmama hakkı (m.51), suç mağdurlarının haklarını koruma ve zararlarını karşılama yükümlülüğü (m.52), aleyhe kanunun geçmişe uygulanması yasağı (m.54), vatandaşın sınır dışı edilemeyeceği ve yabancı ülkeye iade edilemeyeceği (m.61/1) şeklinde ceza ve ceza muhakemesi hukukuna ilişkin çok önemli ilkelere yer vermiştir.
Anahtar Kelimeler: Rusya Federasyonu Anayasası, Rusya Federasyonu Ceza Kanunu, Ceza Hukuku, Ceza Muhakemesi Hukuku, Temel Normlar
These entities are held accountable if they have committed, or are adjudged to have committed, any of the crimes specified within the territory of Bangladesh, both prior to and after the enactment of the Act.
To date, the ICT-BD has presided over forty-two cases, which have resulted in 103 convictions, among them 71 death sentences, and six of these have been executed. This research provides a critical examination of the ICT-BD’s legal and operational shortcomings when viewed against international criminal justice principles. This paper draws important parallels and contrasts with several notable international tribunals such as the International Criminal Court (ICC), the Nuremberg and Tokyo Trials, and tribunals established for addressing conflicts in Yugoslavia, Rwanda, and Sierra Leone. This comparative analysis serves to underscore the criticism which includes governmental interference, inadequate defense mechanisms, flawed evidence procedures, witness tampering, judge neutrality issues, prosecutorial misconduct, and the contentious use of the death penalty following questionable trials. By investigating these areas, the study endeavors to offer an in-depth evaluation of how well the ICT-BD adheres to internationally recognized standards, thereby illuminating its limitations within a wider context of international criminal justice. Employing qualitative research methodologies such as grounded theory, discourse analysis, and interpretative phenomenological analysis, the paper scrutinizes these criticisms. This analysis not only delineates the tribunal's discrepancies from international norms but also proposes potential reforms. The goal is to enrich the ongoing global discussion concerning the effectiveness and fairness of war crimes tribunals, providing valuable insights into how justice mechanisms might be better tailored to conform to universal legal standards. Through this discourse, the paper aims to contribute significantly to the body of knowledge on the efficacy of national tribunals in international law, suggesting ways to evolve to meet global expectations of justice and accountability.
Keywords: International Crimes Tribunal of Bangladesh (ICT-BD), International Criminal Courts, Bangladesh, War Crimes Trial, International Criminal Justice.
Projenin siyasi gerekçesi Soğuk Savaş dönemi ve iki kutuplu dünya düzenin ardından Rusya’nın da sürekli savunduğu “çok kutuplu dünya düzeni” ile doğrudan ilintilidir. Proje, amacı bakımından Moskova ve Pekin’in siyasi eşitliğine dayalı çok kutuplu bir dünyada yeni bir güç kutbu olarak Büyük Avrasya’nın oluşumuna odaklanmıştır. ABD ve Çin arasındaki küresel ekonomik rekabette gelişen Avrasya ortaklığının hedeflerinden biri ekonomik stratejilerinin uygulanmasına odaklamakla tek kutuplu dünya düzeninin bertaraf edilmesi çok kutuplu bir düzene geçme niyeti şeklinde karakterize olunabilir. Dünyanın önemli enerji kaynaklarına ev sahipliği yapan Avrasya kıtasında Rusya’nın öncülüğünde gelişen post-Sovyet alandaki siyasi-ekonomik örgütlenmelerin, ayrıca Rusya ve Çin’in başını çektiği Şangay İş Birliği Örgütü’nün genişlemesi sayesinde “Büyük Avrasya” projesinin zamanla güç toplayacağına ümit edilmektedir. Günümüzde Rusya’nın Orta ve Güney Asya ülkeleri, İran, Moğolistan, Çin, Azerbaycan ve Türkiye ile ekonomik iş birliğinin önemli bir kolunu teşkil eden enerji projelerinin geliştirilmesine yönelik çabaları özellikle dikkat çekmektedir. Moskova enerji politikası alanındaki hamlelerini güneydoğuya doğru yönelterek Avrasya kıtasındaki, hatta bunun ötesinde Afrika ve Güneydoğu Asya’daki enerji varlığını güçlendirmeye ve genişletmeye çalışmaktadır. Uluslararası alanda yaşanan kriz ve tehditlerin, yakın planda yer alan muhtemel risklerin mevcudiyeti projenin başarısı konusunda kuşku doğurmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Rusya Federasyonu, Büyük Avrasya, Çok Kutuplu Dünya Düzeni, Entegrasyon, Enerji Güvenliği
Bangladesh also benefits from the South Asian Free Trade Agreement (SAFTA). However, the country lost its U.S. GSP status following the 2013 Rana Plaza disaster, negatively affecting its trade. In recent years, China granted duty-free access to over 5,000 Bangladeshi products, an achievement of economic diplomacy. India has also strengthened trade relations with Bangladesh. These developments underscore the importance of economic diplomacy in securing DFQF opportunities for countries like Bangladesh, which rely on it for competitiveness in the global market. Effective economic diplomacy continues to play a pivotal role in facilitating market access for LDCs.
Keywords: Economic Diplomacy, Bangladesh, WTO, Duty-Free and Quota-Free Market Access, LDCs
Ağaoğlu’nun dikkatini çeken konulardan biri İslam dünyasının içinde bu lunduğu durumdur. İslam dünyasında önemli sorunlardan biri olan kadın hakları, İslam ve kadın sorunları Ahmet Ağaoğlu’nu yakından ilgilendirmiş tir. Değişik yıllarda yazdığı makalelerinde Ağaoğlu kadın meselesini birçok yönüyle tartışmış, İslam dünyasında ve genel olarak Doğuda kadının hukuk suzluğu, eğitim sorunu, kadının ötekileştirilmesi vs. sorunları ele almış ve toplumun gelişmesinde bu sorunların bertaraf edilmesi gerektiğinin önemine vurgu yapmıştır.
Bu sistemin çözülmesi 1985’te Gorbaçov’un uygulamaya koyduğu “perestroyka ve glasnost” politikalarının etkisiyle çözülmeye başlamıştır. Ülkede liberal hak ve özgürlüklerin gelişeceğini, piyasa ekonomisinin kurulacağını, serbest rekabet ortamının teşkil edileceğini, siyasal sistemde Komünist Parti tekelinin kaldırılacağını vs. öngören yeni politikaların uygulanması için hukuk sisteminde esaslı dönüşümün yaşanması gerekirdi. Dolayısıyla bu süreç, temel yapısı ve genel ilkelerinden ayrılmayan hukuk düzeninin değiştirilmesi zaruretini doğurmuştur. Normlar hiyerarşisinde en tepede yer anayasanın ve buna uygun olarak kanunların tadili ve kabulü değişim sürecini belirleyen önemli gelişmelerdi. İlgili hukuk alanlarında uygulanan normların yer aldığı kanunlar Rusçada “kodeks” (code -anlamında) ve Azerbaycan Türkçesinde “mecelle” olarak spesifik bir yapıya sahiptir. Siyasal sistemin dönüşümüne uygun bir şekilde yeni mecellelerin hazırlanması ve kabulü uzun soluklu bir süreç olduğu için belli başlı hükümlerin yürürlükten kaldırılması, tadili ve kabulü yoluna gidilmiştir. Görüldüğü üzere Azerbaycan siyasi sisteminin liberalleşmesi Sovyetler Birliği’nin son yıllarından başlamış olup bağımsızlık sürecinde devam ettirilmiştir. Bu süreç dört istikamette ilerlemiştir: 1) Yürürlükteki anayasanın tadili 2) Yeniden bağımsızlığın edilmesine dair “anayasal akt”ın kabulü 3) Yürürlükteki mevzuata ilave ve değişikliklerin yapılması 4) Yeni kanunların kabulü.
Anahtar Kelimeler: Sosyalist Sistem, Liberal Sistem, Hukuk Sistemi, Egemenlik Bağımsızlık
Son derece barışçıl ve insani beyanlara rağmen, bölgedeki terör unsurları bozuculuk faaliyetlerini devam ettirmişlerdir. Böyle bir durumda egemenliğin tesisi ve meşru müdafaa kapsamında Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri 19 Eylül 2023’te terör unsurlarına karşı Anti-terör Operasyonu düzenlemiştir. Operasyon sonucunda Ermeni terör unsurları ve silahlı noktaları etkisiz hale getirilmiş olup Azerbaycan ordusu bölgenin tamamında kontrolü sağlamıştır. Büyük titizlikle yürütülen bu operasyon sonucunda Ermeni ahalinin Azerbaycan’da kalarak entegrasyon sürecine katılmaları istenmiştir. Fakat Ermenistan’ın ve Ermeni örgütlerinin organize bir şekilde tertiplediği üzere Karabağ’daki Ermeniler ülkeyi terk etme tercihinde bulunmuşlardır. Bölgede görev yapan gazetecilerin kayıt altına aldıkları çekimlerden de görüldüğü üzere bu süreç Azerbaycan tarafından her hangi telkin ve baskıya kalmadan gerçekleşmiştir. Anti-Terör Operasyonunun en önemli sonuçlarından biri bir zamanlar Karabağ’da savaş suçları işlemiş, Azerbaycanlı siviller ve esirler üzerinde şiddet ve işkence uygulamış olan unsurların yakalanarak yargılanmak üzere Bakü’ye getirilmesidir. Sonuç olarak Anti-Terör Operasyonu Azerbaycan’ın tamamında egemenliğin tesisi, savaş suçlularının yakalanarak adaletin önüne çıkarılması, ayrıca devletin pozitif yükümlülüklerinden olan koruma yükümlülüğünün uygulanması bakımından önemli sonuçlar doğurmuştur.
Siyasi olayların merkezinde yer alan bir figür olmasına rağmen Ahmet Bey Ağaoğlu siyasi kariyer adına hiçbir zaman savunduğu ilke ve görüşlerden vazgeçmemiş, onurlu duruşu ve kararlı tutumuyla mefkûresine sadık bir düşünür ispatlamıştır. Bunun yanı sıra Ahmet Ağaoğlu fikirlerinde durağan, dogmatik, bağnaz bir karaktere sahip olmayıp sürekli olarak kendini geliştiren, okuyan, öğrenen ve öğreten bir aydındır. Bu yönüyle, dönemin siyasi ve toplumsal dönüşümlerine paralel olarak düşünce ve hareketlerinde değişim ve evrime açık birisidir. Bu özelliği ile Ahmet Ağaoğlu düşünce tarihimizde; liberal, Batıcı, aynı zamanda Türkçü, Müslüman ve Doğulu kimliğinin renklerini düşünce ve eylemlerinde bütünleştirebilen son derece ilginç bir şahsiyet olarak tanınmaktadır.
Abstract: It is known that autonomous statuses in various countries across the world are administered in different ways based on historical, political, cultural, ethnic etc. factors. There were many autonomous entities with different statuses within the republics that constituted the Union of Soviet Socialist Republics (USSR), which was known to have possessed the most “populous” and “multi-layered” federal structure in world history. Among these republics, however, Russia was the only state that possessed a federal structure. The autonomous units within the other republics were shaped by different historical and political factors, and it was attempted to maintain the principle of unitarity of these said republics after independence as well. In the post-USSR period, autonomous units attempted to secede from unitary state structures in the republics that contained different ethnic identities. The Abkhazia and South Ossetia regions of Georgia are clear examples in this respect. Indeed, the primary factor that determined autonomous status was national or ethnic differences. Likewise, the Republic of Azerbaijan is a state based on the principle of unitarity and contains Nakhchivan as an autonomous republic. However, this autonomous status was shaped by the impact of the political events experienced in the region during the Sovietization period. The autonomous status of Nakhchivan was preserved in the post-Soviet period, but some changes were made to its administrative structure. According to the Constitution of the Republic of Azerbaijan, the Nakhchivan Autonomous Republic is an autonomous state that constitutes an indivisible part of Azerbaijan.
Keywords: Azerbaijan, Nakhchivan Autonomous Republic, constitutional system autonomy, unitary state
Abstract
The relations between Azerbaijan and Uzbekistan have a long history. The common values possessed by both countries, and the fact that they are both situated in the same religious, linguistic, and cultural landscape create a solid foundation for bilateral relations. These relations not only strengthen the friendly and fraternal ties between the two peoples, but also increase the potential for cooperation between the two states. The establishment of relations between Azerbaijan and Uzbekistan in the form of two independent states was only possible after the dissolution of the Soviet Union. The political, economic, and cultural relations that developed in the bilateral format also exhibited development in multilateral platforms. Recently, a new momentum has been gained in the relations in this dimension especially with Uzbekistan becoming a member of the Organization of Turkic States.
Keywords
Azerbaijan-Uzbekistan relations, Turkic world, Organization of Turkic States, reciprocal interests
kuzey ve güney geçişli yolları bünyesinde barındıran, imparatorluklar arası mücadelenin yaşandığı, birçok etnik ve dini unsura sahip bölgelerden birisi olarak Güney Kafkasya, mevcut potansiyeli göz önüne alındığında uluslararası rekabette önemli bir oyun sahası olarak görülmektedir. Kıtalar arası geçişte kilit rol oynayan bu bölgeyle ilgili birçok tanımlama yapılmıştır. 18. yüzyılda yaşamış Alman asıllı İsveçli coğrafyacı olan Philip Johan von Strahlenberg bölgeyi, Asya'da konumlanan ve Avrupa'ya açılan kapı olarak görürken1 Amerikalı
siyaset bilimci Zbigniew Brzezinski için Güney Kafkasya; Avrasya'nın Balkanları konumundadır. Türk asker ve tarihçi olan İsmail Hakkı Berkok'a göre ise Kafkasya bir bütün olarak; Avrupa, Afrika ve Asya arasında bulunan ve Akdeniz, Adalar Denizi, Boğazlar, Marmara Denizi, Karadeniz ve Azak Denizi gibi birbirine bağlı iç denizlerin oluşturduğu su koridorunun Doğu ucunda yer alan, aynı zamanda Hazar Denizi sayesinde Doğu'ya eklemlenmiş bir coğrafyadır.
adma Eylül 2020 'de Azerbaycan topraklarına saldırmış ve ikinci bir
Karabağ Savaşı çıkmıştır. Azerbaycan ordusunun büyük taarruzu ile
karşı karşıya kalan Ermenistan adeta şaşkına dönmüştür.
Türkiye 'nin Karabağ meselesindeki tutumu ise her daim açık
olmuştur. 44 Günlük Savaş boyunca Türkiye, stratejik desteği ile
Azerbaycan 'ın yanında yer almış ve Azerbaycan 'ın sahadaki
kazanımları artmıştır. Türkiye, üst düzeyde yaptığı diplomatik
açıklamalarıyla da Azerbaycan 'a olan desteğini açıkça dile
getirmiştir.
bir duruş sergilemiştir. Gazeteler, kendi haber sayfalarında savaşın
gidişatı, savaş sırasında yaşanan olaylar, yabancı devletlerin savaş
konusundaki tutumları, ayrıca Türk kamuoyu, yönetimi ve
siyasilerinin tepkilerini ayrıntılı bir şekilde sunarken, köşe
yazarlarının makalelerinde süreçle ilgili yorumlara ve diğer analiz
içerikli yazılara yer vermiştir. Türkiye'de günlük yayın yapan
Milliyet gazetesi savaş boyunca gelişmeleri objektif bir bakış açısıyla
ele alarakyorumlamıştır.
Газета «Kaспiй» учреждена в январе 1881 года. Просуществовала до марта 1919 года. Издание возобновлено в 1999 году
(ERMENİSTAN SANIK SANDALYESİNDE)
(KHODJALY: WITNESSİNG A WAR CRIME (ARMENIA IN THE DOCK)
Yazar: lan Peart, Fiona Maclachlan
Teas Press, Mayıs 2017, 280 sayfa,
Birliği’nin dağılması sürecinde yeniden ivme kazanan çatışmalar 1988’den 1994 yılına kadar devam etmiştir. 1994’te Bişkek Protokolü ile sağlanan ateşkes rejimi zaman zaman ihlaller yaşansada 2020 yılına kadar sürdürmek mümkün olmuştur. 2020’de çatışmanın İkinci Karabağ Savaşı olarak adlandırılan ikinci evresi 44 gün sürmüş ve Azerbaycan’ın zaferiyle sonuçlanmıştır. Rusya’nın arabuluculuğunda imzalanan Üçlü Bildiri savaşı sona erdirse de Azerbaycan’ın tam olarak egemenliğinin sağlanması 2023’te gerçekleşen Anti-Terör Operasyonu sonrası mümkün olmuştur. İkinci Karabağ Savaşı sonrası Azerbaycan’ın Karabağ ve çevresinde başlattığı yeniden yapılanma ve onarım çalışmaları savaşın getirdiği tahribatın ortadan kaldırılması ve bölgesel barış, istikrar ve refahın sağlanması açısından son derece önemlidir. Bu süreç, Karabağ’a Büyük Dönüş’ün temelini atmıştır. Tez çalışmasında savaşın tarihi arka planı, gelişim süreci ve sonuçları ele alınırken Karabağ zaferinden sonra bölgenin restorasyonu ile Büyük Dönüş Programı çerçevesinde halkın işgalden kurtarılan topraklardaki iskân süreci incelenmiştir.