ADAM AKADEMİ, Cilt 5/2 2015:15-25
ŞAHSİYET VE AHLÂK FELSEFESİ
MUHAMMET ENES KALA
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
ÖZ
Kişinin şahsiyet varlığı olabilmesinin onun iç tutarlılık ve bütünlükle birlikte dış tutarlılık ve
bütünlüğe sahip olmasından geçtiğini düşünebiliriz. Bu uğraşının değerler yardımıyla yani
doğru, iyi ve güzel değerleriyle anlaşılabileceği söylenebilir. Zira şahsiyet, kişinin merkeze aldığı
değerlerin dışarı taşınması ve somutlaşmasına işaret eder. Değerlerin isabetle keşfedilip inşa
edilmesinin yolunun da içkin ve aşkın ögeleri birlikte düşünmekle mümkün olduğu savunulabilir.
Nihai anlamda çalışmada kişinin şahsiyet varlığı olabilmesinin, beden-ruh, birey-toplum ve içkin
ile aşkın ögeler arasındaki uyumluluğa-bütünlüğe ve telife giden samimi yaşayışa işaret ettiği
savunulmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Şahsiyet, Değer, Ahlak, Felsefe
PERSONALITY AND MORAL PHILOSOPHY
ABSTRACT
It can be considered that person’s becoming personality means that s/he has both internal and
external coherence and integrity. It may also be said that this pursuit can be understood by values
such as true, good and beautiful. Personality refers that the values, which person takes them in the
central, spreads out and embodies. It may be defended that the way of being properly discovered
and built of values should be thought together with intrinsic and transcendental factors. Finally, in
the paper, it shall be tried to justify that person’s becoming personality refers to sincere living for
investigation of integrity, harmony and reconciliation of body and spirit, individual and community,
internal factor and transcendental factor.
Keywords: Personality, Value, Morality, Philosophy
15
ŞAHSİYET VE AHLÂK FELSEFESİ
İnsanın beşeri yönüyle tabiata, insani yönüyle yaşama ve metafizik alana
ait olduğu öne sürülebilir. Tam bu noktada insandan beklenen ise, insanlık arayışı yardımıyla ona verili olan beşeriyetini kontrol altına almak koşuluyla kendini inşa ve ikmal etmesidir. İnsanlık ile beşeriyet arasında yani
başka türlü ifade edildiğinde akıl ile duygu/içgüdü arasında bir gerilim ve
çatışmanın varlığı iddia edilebilir. Öyleyse insandan bu çatışmadan bereketli bir çakışma oluşturması ve denge noktalarında onu o şey kılan şeyi
ikame ve inşa etmesi beklenir. Yani insan, söz konusu gerilimden şahsiyetini/kişiliğini kurgulamaya giden yolu keşfetmelidir. Bu uğraşısı, kişiye ve
kendi dışındakilere kişinin kendisini daha başka söylersek benliğini dışarıda
gösterebileceği düzlemi sunabilecektir. Aranması gereken gaye, kişiye amaç
kazandıran ve kazanarak kendisini var kıldığı insan olma durumu ile kişiye
hazır verilen ve kişinin hayatta olmasına olanak tanıyan beşeri olma halinin
iradi ve bilinç varlığı olması beklenen varlığın şahsiyet/kişilik potasında insicamlı şekilde eritilebilmesidir. Kuşkusuz bu telifteki olması gereken kıvam
ve denge noktalarının el altında hazır ve paket olarak verildiğini söylemek
pek olanaklı değildir. Bununla birlikte her telif, kendisini bir şekilde kişinin
kendisine ve başkasına görünür kılıyorsa vukua gelen şeyin bir tür şahsiyet/
kişilik olduğu da ifade edilebilir.
Şahsiyet kavramı1, ilk bakışta psikolojik çağrışımlara sahip olsa da insanın
bilen, yapıp eyleyen, değerleri duyan, tavır takınan, ön görebilen, önceden
belirleyen, isteyen, tarihsel olan, kendisini adayan, devlet kuran, inanan, sanat yapan, konuşan vb. edimlerde bulunan bir varlık olarak tezahür etmesine ve varlık sahasında belirmesine, görünür olmasına işaret eder. (Türer
2014:217) Ancak söz konusu edimlerin eylem2 haline gelmesi, kuşkusuz
onların niyete ve değerlere bağlı olmasını gerektirdiği gibi bunları varlık sahasında açığa çıkaran canlı bir öznenin varlığını da gerektirir. O halde şahsiyetin varlık koşulunun ilki niyetleri ve değerleri görünür kılan bir öznenin
1 Şahsiyet/kişilik kelimesine baktığımızda İngilizcede personality karşılığını görürüz, bu kelime ise Latince persona kökünden gelmektedir. Bu kavram, Yunan ve Roma tiyatrolarında yüze takılan maskeni
ifadesi manasında kullanılmıştır. Dolayısıyla şahsiyetten kişinin benliğinin dışarı taşınmasının anlaşılabileceği gibi, kişinin kendisini görünür sahada göstermesi göstermek istediği yüzü şekillerinde anlaşılabilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Neda Armaner, Şahsiyet Terbiyesinde Dini Kültürün Rolü, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:XXI, 1976, Ankara, s. 143.
2 İnsanın dışarıya yansıttığı örgütlü olsun ya da olmasın hareketi karşılayan edim (act) ve kişinin dışarıya
yansıttığı örgütlü edimlerini karşılayan eylem (action) kavramları arasındaki fark için bkz. Muhammet
Enes Kala, Erdem ve Ödev Ahlâklarına Yeni Yaklaşımlar: David Ross ve Alasdair MacIntyre, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2015, ss. 139-142.
16
MUHAMMET ENES KALA
var olması (bu, öznenin yaşam sahasında bulunmasına, beşeri boyuta işaret
eder) ikincisi ise öznenin dışarıya taşıyacağı benliğe sahip olması (bu ise
öznenin merkeze aldığı değer dünyasına, insani boyuta işaret eder)dır. O
halde bu çerçevede görülür kılınan, teşahhus eden/somutlaşan şey, bu manada değerler ve niyet olmaktadır, yani şahsiyetten anladığımız kişinin değer
varlığı haline gelebilmesidir. Fakat tek bir boyuta indirgenemeyecek insan
söz konusu olduğunda, değerlerin onun varlığında görünür kılınmasının
çok değişkene bağlı olduğunu da burada itiraf etmemiz gerekmektedir.
Kişiliğin/şahsiyetin varlık, bilgi ve amel çerçevelerinde inşalarından söz
edilebilir. Varlık inşasından kişiye bir yönüyle imkanlar sahası olarak verilen ve kişinin farkında olmasa da onda bulunan yetileri işlemesi; bilgi inşasından olguları manalarıyla idrak etme ve bunlar hakkında doğru hüküm
verecek zihniyetin oluşması; ameli inşadan ise kişinin yaşam sahasını ayakta
tuttuğunu düşündüğü değerlerin yaşam alanında görünür hale getirilmesi
anlaşılabilir. Bu inşa sahaları birbirinin alternatifi değil, döngüsel şekilde birbirinin tamamlayanı olarak anlaşılmalıdır. Herhangi birisinin eksikliğinde
ya da özellikle kişinin varoluşunu gerçekleştirme esnasında farkına varılamayan yetilerin yetkinleşememesinde şahsiyet istendiği gibi tezahür ettirilemez. Peki, şahsiyet nasıl inşa edilecek ve neyin denge noktalarında değerler
görünür hale getirilebilecektir?
Şahsiyet İnşasi ve Ahlâk Sahası
Etüdümüzde yukarıda giriş yaptığımız üzere şahsiyet üzerine tartışmayı
deneyeceğiz. Bu başlık altında şahsiyetin varlık ve bilgi inşalarını değil, öncelikle ameli inşasını merkeze alacağımızı ifade etmek yerinde olacaktır. Bir
kavram üzerine hedeflendiği şekliyle rasyonel, tutarlı, kapsamlı ve eleştirel
düşünmenin o kavram üzerine felsefe yapmak demek olduğundan hareketle başlığımızla uygun şekilde şahsiyet üzerine felsefe yapmayı denemek
istemekteyiz. Ancak burada değerlendirmede bulunurken olması gerekene
dönük formel bir dil kullanacağımızı peşinen ifade etmek, her insanın bir
şekilde görünür sahada varlığa kavuşturduğu şahsiyet deneyiminden farklı
ve üst bir arayışta olduğumuza işaret etmelidir.
İnsanın, kendisine dönük ve dışarıya açık olmak koşuluyla iki itibarla gerilim içerisinde yaşama halinde olan bir varlık olduğu ileri sürülebilir. O, içeriye dönük olması açısından yani bireysel/ferdi yönü itibarıyla aklı
ve içgüdüsü/duygusu arasında, felsefi terminolojiyle söylersek ruh ile be17
ŞAHSİYET VE AHLÂK FELSEFESİ
den arasındaki çatışkıda gerilimi yaşarken (Deniz 2015:44), dışarıya dönük
olması açısından yani sosyal/içtimai yönü itibarıyla ise ferdiliği ile toplumsallık arasında sert çatışma ve gerilimler yaşayabilir. Bu açıdan insanın beşeri
yönünün, çatışmanın alt katmanında kalması ya da iki unsur arasında istenen
denge noktalarını keşfedememe haline gönderimde bulunduğunu, insani
yönünün ise üst katmana tırmanmasıyla yani her iki bağlamda da denge
noktalarını keşfedebilme başarısında yattığını öne sürmek mümkün olabilir.
İfade edilen itibarlar çerçevesinde çatışmalara çözüm bularak insanlığını inşa
ve ikame etmeye çalışan bireyin ahlâk kişisi olduğunu; erdeme ve dolayısıyla
şahsiyete sahip olduğunu düşünebiliriz. Yani bireyin, beden ve ruh terkibiyle/terkibinde varlığa gelen nefsini (Deniz 2015: 43-47), ruhunun, dolayısıyla ilahi emre muhatap ve onunla şekillenmesi icap eden aklının idareciliğinde
bedensel faaliyetlerini icra ederek varlık sahasında tuttuğunda iç tatmine; tek
başına yetersizlik ve işlevsizlik belirten ferdi oluşu ile tek başına baskı ve
anlamsızlık ifade eden toplumsal oluş arasında denge noktalarını deneyimleyip keşfederek yaşam alanına dahil ettiğinde ise dış huzura erebildiğini ileri
sürebiliriz.
İç ve dış tatmini birlikte tecrübe eden kişinin de nefsini ve kamusal
varlığını kendisine ve başkalarına istenen şekilde görünür hale getirdiğini
ifade edebiliriz. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere ancak böylesi bir tecrübe,
yazımızda kurguladığımız şahsiyet kavramının olması gerektiği gibi ete kemiğe bürünmesi anlamına gelecektir. Peki, her iki çerçevede de insanın
farkında olacağı ve hissedeceği gerilim durumları nasıl çözüme kavuşturulabilecektir? Bu sorunun cevabı şahsiyetin ahlâk sahası/ethosfer içinde varlık
bulması şeklinde verilebilir. Ancak sorunun cevabı ciddi uzanımlara sahip
olsa da bizim arayışımızın eylem/amel ve erdem kavramları bağlamında olduğunu ifade etmemiz gerekir.
Erdem, Kant’a göre insanın kendisini her an bulduğu gerilim durumunun
özetidir. Kant şöyle der: “İnsanın her defasında içinde bulunabileceği ahlâksal durum erdemdir, yani (erdem) çatışma halindeki ahlâksal niyettir.”(Kant
1999:93) Yine erdem, onun düşüncesinde özün gerçekleştirilmesini, o kişi
için olanaklı kılan şahsiyet durumudur. Kant, bir şeyi başarma azmine ve
ardından onu fiilen gerçekleştirmeye yöneliyorsak şahsiyetin oluşacağını ifade etmektedir. Sözgelimi bir insan söz verdiğinde sözünü tutarsa kendisine
sadık olur ama sözünü yerine getirmede zaaf gösterirse kendisine güveni
kalmaz, ruhi olgunluğunu sekteye uğratmış olur (Kant 2009:113-114). O
halde gerilim içerisinde yaşamak durumunda olan kişinin ahlâkî değerler
18
MUHAMMET ENES KALA
yardımıyla değerleri içselleştirmesi, -bu aşama erdemleri kazanma aşaması
olarak nitelenebilir- ve erdemler yardımıyla dışarı taşıması -bu aşama şahsiyet kazanma ve yukarıda ifade edilen ilk sahadaki gerilime meydan okuma evresidir- ile gerilimlere denge noktaları bulmasının önündeki engelleri kaldırmaya başladığı düşünülebilir. İç tatmini insana sunabileceğini
düşündüğümüz değerlerin kişinin terkibini var kılan ruhun ve bedenin ihtiyaçlarını kendi gerçeklikleri içerisinde anlayarak ortaya konulabileceğini,
bunun ise beşeri arayışları ortaklaştırabilen ve hiç kimse tarafından tahakkümle kuşatılamayan bir varlık düzleminde aranabileceğini söylemek bize
oldukça makul gelmektedir. Şöyle ki beden ve ruhun gerçek ihtiyaçlarının
tanınması her insanın bireysel arayışında muhtevi olsa da onları en iyi bilen
Aşkın Varlığın bu ihtiyaçlara yönelik hitabı ve imaları söz konusu arayışı
ortak ve üst zeminde birleştirir görünmektedir. O halde iç tatmini insan için
oluşturan merkezi husus, Aşkın Varlığın, kişinin söz konusu arayışında yerini bulmasıyla beliren değerlere bağlılık ve bu değerlerin görünür sahada
kendilerini gösterebilmesine dönük verilen mücadele olacaktır ki bu mücadelenin aracıları erdemler olarak karşılık bulur.
Ancak değer varlığının bilincine bireysel olarak varma başarısını gösteren
ahlâk kişisinin üstesinden gelmesi gereken gerilim alanı yukarıda işaret ettiğimiz üzere sadece içe dönük değildir. O aynı başarıyı dışa dönük hususiyetinde de ortaya koyabilmelidir. Yani kişi, ruh ve beden arasındaki ilişkiden
neşet eden varoluşsal çatışmayı dengeleyebildiği nispette, kendisi ile toplum
arasında beliren çatışmayı da çözüme kavuşturabilecek yeterliliğe sahip olabilmelidir. Konuyu daha iyi anlatabilmek için şahsiyetin hem yatay hem de
dikey boyutunun var olduğunu ileri sürebiliriz. Yatay boyutunu tarihsel ve
toplumsal yön; dikey boyutunu ise irade, değer ve yaratılış doğası olarak
görebiliriz. (Lahbabi 1972:14-15) Her iki boyut da kişinin şahsiyetinde
varlık imkanı buluyorsa, kişinin dikey boyutunu içe dönük sağladığı yetkinlikle, yatay boyutunu ise bu yetkinliğin verdiği imkanlar ile dışa dönük
sahada gerçekleştirebileceğini iddia edebiliriz. Dış yetkinlikten kastedilen
anlam ise kişinin ferdi yönü ile toplumsal yönü arasında kurgulanabilen ve
ne ferdi tarafını ne de toplumsal tarafını ortadan kaldıran teliftir. Bu noktada üzerinde durduğumuz ve arayışında olduğumuz telifin Nurettin Topçu
(ö.1975) tarafından oldukça başarılı bir şekilde yapıldığına işaret etmek
yerinde olabilir. O şöyle der:
“Şahıs, fert değildir. Fert, bölünmez bir bütün teşkil eden varlığın adıdır.
Fertçiliğin iddiasına göre insan, fert olarak kendi kendine yeterli bir varlık19
ŞAHSİYET VE AHLÂK FELSEFESİ
tır. Kendi varlığını meydana getiren parçalara yabancı unsurlar onun dışında kalır. O kendini, kendi dışındaki her varlığa karşı koyar… cemiyetçilik
davasında ise, cemiyetin dışında ele alınan fert, kendi başına değer taşıyan
bir varlık değildir. Onun kendine özel tasavvurları, duyuş tarzı ve iradesi
yoktur. Bütün bunlar ferde, içinde yaşadığı cemiyetten gelmektedir. Fert,
sadece cemiyetin bir organıdır, ondan aldığı emirleri aksettirir. Gerçek varlık
cemiyettir; yapıcı ve yaratıcı olan da odur. Cemiyetin dışında alınan fert bir
şey ifade etmez. Bu tezlerin ikisini de bertaraf eden iddia, şahsiyetçiliktir.
Bu sonuncuya göre, ne yalnız başına fert, ne de insanı bertaraf eden cemiyet hakikate götürücü olabilir. Fertçilik insanı, kendi ferdi varlığının ortaya
koymadığı değerlerden uzaklaştırmak suretiyle, hoyratlaştırıyor. Cemiyetçilik ise, ferdin kendi hür iradesi ile benimsediği değerleri ona zorla kabul
ettirdiğinden, ferdi esir ediyor…hakikate ulaştıran yol, insanı, kendi hür
iradesiyle bağlandığı inançları, ruhi münasebetleri ve yüklendiği mesuliyetleriyle birlikte ele alan şahsiyetçiliğin yoludur. Ondan artık insan, alalede
bir bütünün parçası değildir; bütün içinde eriyip kaybolmuş da değildir; inançları ve benimsediği manevi hüviyetiyle, iradesinin bağlandığı değerler
sistemi ile birlikte, iktidarının sınırlarına kadar uzanan bir büyük varlıktır.”
(Topçu 1972:1-2)
İnsan doğası gereği hem hür hem de bencil bir varlıktır. İnsan için bu
iki öz niteliği dışında bir başka öznitelik daha vardır. Bu ise ifade ettiğimiz
öz niteliklerin hem varlık koşulu hem de sonucu olan, insanın sosyal varlık
olmasıdır. (Öner 2015:11-13) Sosyallik onu topluma ilhak eden, toplumla ayakta tutan, sosyal pratiklere katılmasını sağlayan ve toplumsallaştıran
yanıyken, bencilliği ve hür oluşu, ferdi bireyselleştiren, onu kendi başına
bırakan küresini oluşturan taraflarıdır. Görünenin bu olduğunu ifade edebiliriz. Ama “buradan” yani olgudan, “oraya” yani ideale, olandan olması
gerekene doğru bütüncül bir çizgiyi, bütüncül öyküyü sağlıklı şekilde devam ettirmek için ahlâk kişisi her iki boyutunu diğeri lehine ya da aleyhine
bozmadan şahsiyetini/kişiliğini ikmal etmelidir.
Kişi bir taraftan kendisi olmayı, diğer taraftan ise topluma katılmayı, sosyal
düzlemde icra ettiği roller vasıtasıyla sağlayabilir. İnsanın iştirak ettiği sosyal
pratiklerin3 ona aynı zamanda yerine getirmesi gereken vazifeleri yüklediğini
ve bu ödevlerin ise ancak kişinin toplumda edindiği rolleri içselleştirerek
yerine getirebileceğini düşünebiliriz. O halde kişi, kendisini dahil edeceği
sosyal pratikleri en başta tercih etmeli, sonra kendisini içinde bulduğu pratiklerin hayatiyetine ve amacına devam etmesi için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışmalıdır. Kişinin meşru ve kamu faydasına dönük
3 Sosyal pratik kavramı ahlâk felsefesinin yeniden yorumlanması ve özellikle erdem ahlâkı ve ödev ahlâkı
yaklaşımlarını bir arada değerlendirme, işe koşma çerçevesinde anlaşılabilir. İlgili kavramların ayrıntılı
uzanımları için bkz. Muhammet Enes Kala, a.g.e., ss. 248-381.
20
MUHAMMET ENES KALA
ne kadar çok pratiğe girdiyse o kadar çok role sahip olduğu ve bu rolleri
gerektiği gibi yerine getirmesinin onu toplumda kendisi olarak o kadar çok
görünür kıldığını ifade etmek yerinde olabilir. Daha açık söylemeyi denersek, şahsiyet varlığı olma aşamasının ilkini yani iç tatmine ulaştığını farz ettiğimiz kişinin kendisini, toplumda kendisi olarak göstermesinin yolu, dahil
olacağı sosyal pratiklerden geçmektedir. Zira kişi kendisini toplumda ancak
toplumda yerine getireceği meşru ve topluma fayda sağlayan roller aracılığı
ile var kılabilir. Her rol ise o rolü başarıyla yerine getirmeyi olanaklı kılan
erdemler küresinde yaşayabilir. Dolayısıyla kişi, ilgili erdemlere sahip olarak
rolünü başarıyla yerine getirebilir ve bu doğrultuda kendisine ve kamuya
fayda sağlayacak sosyal pratiğin devamlılığını sağlayarak onu güçlendirebilir.
Kişinin ferdi tarafı yani kendilik bilincinin toplumda ve sosyal pratiklerle
oluşup geliştiğini ve karşılığında ise ferdi boyutun sosyalliğe döndüğünü,
her iki tarafın ise ancak sosyal pratiklerde içerilen roller aracılığıyla oluşan
şahsiyet kavramında telife kavuştuğunu iddia edebiliriz.
İnsanın birey/fert olmadan kendini bulamadığını, ferdi oluşunun farkına
ise toplumda vardığını düşünebiliriz. Yani birey, öyle görünüyor ki, toplumda toplumdan farklı olduğunun farkına vararak ferdi bilincine ulaşabilir. Birey olmadan ise kişinin şahsiyet varlığı haline geldiğini söylemek pek mümkün değildir. Yani şahsiyet sahibi kişi (ahlâk kişisi)nin ferdiliğinde sosyalliğini, sosyal oluşunda ise ferdiliğini duyumsaması beklenir. Şahsiyet varlığı
haline gelmek bu anlamda bir uğraşıdır. Kişi, esasında ve ilk elden kendi
hareket imkanına sahip, bağımsız bir varlıktır; fakat toplum içinde diğer
şahıslarla sıkı sıkıya bağlı ve bireysel benliğiyle beraber sosyal benliğe de sahip bir varlık haline gelebilmektedir.(Lahbabi 1972:35) Bu uğraşıyı başarıyla
geçmek isteyen kişinin önünde kendini gerçekleştirme imkanı yani potansiyellerinin farkına vararak onları insanlığın faydasına etkin hale getirme
durumu vardır. (Jersild 2005) Kendini gerçekleştirme kavramı karşılığını
Fromm’da çok güzel bulmuştur. O şöyle der:
“Bir insanın ancak kendisini ifade ettiği ve içindeki güçleri kullandığı takdirde kendisi olacağına inanıyorum. Eğer insan bunu yapamazsa ve eğer
hayatı “olmak” tan ziyade “sahip olma”yı ve kullanmayı içerirse, o zaman
kendisi olmaktan çıkar ve ancak bir “şey” olur. Hayat onun için anlamsız bir
hale gelir ve bir acı kaynağı halini alır. Oysa asıl haz, gerçek aktivite ile elde
edilir. Gerçek aktivite ise, insanın güçlerinin ortaya çıkarılıp kullanılmasını
gerektirir. Nitekim zihnin kullanılması da beyin hücrelerinin gelişimini
sağlar.” (Fromm 1996:48)
Kişinin kendisini gerçekleştirmesi için karşısında bulunan yekdiğer21
ŞAHSİYET VE AHLÂK FELSEFESİ
ine ihtiyacı olduğunu ifade edebiliriz. Zira insan ancak kendisiyle beraber
yekdiğerlerinin de bulunduğu bir toplum içinde ve kendisiyle birlikte yekdiğerlerinin de faydasına olacak şekilde ona kuvve olarak verilmiş olan yetilerini açığa çıkarabilir. Ancak kişinin kendisini ifade ettiğimiz bağlamda
gerçekleştirebilmesi için de iç tatmine ve bütünlüğe ulaşmış olması beklenir. Dolayısıyla ancak iç tatmine ve bütünlüğe ulaşmış kişinin kendisini
gerçekleştirmesinden ve bunun ise sosyal pratikler ve kişinin toplumda üstlendiği roller vasıtasıyla olabileceğine işaret edebiliriz.
Yukarıda ifade ettiğimiz üzere bireyin, şahsiyet sahibi kişi olabilmesi için
öncelikle değer ilişkilerine ihtiyacı vardır. Aksi halde ahlâk kişisi olmanın
imkanı söz konusu değildir. Burada ifade ettiğimiz değerler ise aşkın ve içkin
olanın uyumunda kendisini gösterebilen ve bir anlama işaret eden düzlemi
bize sunmalıdır. Değerlerden söz açmışsak ahlâktan da söz açmışız demektir
ve şahsiyet ancak ve ancak iradi-bilinç varlığını tüm imkanlarıyla kuşatan
ahlâk düzleminde varlığa gelebilir ve dahi ahlâk ve kişilik, bilişsel, iradi ve
değere dayanan ilişkilerle ikame edilebilir. Dolayısıyla tam buradan alırsak,
bir anlamıyla şahsiyet/kişilik, yaşam boyunca başka benlerle girdiğimiz ilişkilerde oluşan sosyal yapımız (Türer 2014:215) ve dünya görüşümüzü
oluşturan değerleri pratik sahada görünür kılan bireysel hususiyetlerimizdir.
İnsanın doğumu, yaşamı ve ölümü itibarıyla bir dile, kültüre, geleneğe
doğup, alışkanlıklarının çocuğu olması gerçeğini de gözlerden uzak tutmamak koşuluyla onun sosyal, bağlı, sınırlı bir varlık olduğunu görmek insana
ilişkin fikir ifade etmek adına önemlidir. Şahsiyet varlığı olabilmenin ilk ve
gerekli aşaması olan iç tatminde başvurduğumuz aşkınlık fikrinin, kişinin
şahsiyetin oluşma yeterliliğine işaret eden yatay boyutunda yani sosyal aşamada da işe dahil olması gerektiğini düşünmemiz de bundan ötürüdür. Kişinin
dahil olması gereken sosyal pratikleri ve bunlar vasıtasıyla üstleneceği vazife
ve rolleri belirleme uğraşısı ihtiyaç endeksli olabildiği gibi Aşkın Varlığın
yönlendirmesi ile de olabilir. Aşkın Varlığın süreçte yol gösteren olması kişinin hangi pratiği, niçin ve nasıl işleteceğine dair bilgiler sunarken, kişinin
şahsiyetini sosyal sahada nasıl inşa edeceğine dair ortak kıstaslar da verebilir.
Şahsiyet varlığını meydana getiren hem iç hem de dış tatminin kişiyi Aşkın
Varlığın yardımına yönlendirmekte olduğunu ifade edebiliriz. Zira ancak bu
vasıtayla kişi, kişiler arası dünyada ve diğerleriyle de ortaklaşabileceği bir zeminde, bedeni ve ruhun ihtiyaçlarını, ikisi arasındaki denge noktalarını nasıl
keşfedip, telifi yakalayabileceğini öğrenirken, hangi sosyal pratiğe katılması
gerektiğine ve bunlar yardımıyla sosyal zeminde kendiliğini nasıl inşa ede22
MUHAMMET ENES KALA
ceğine dair ortak yargılarda buluşabileceği bir çerçeve yakalayabilir. Kuşkusuz tüm bunlar elaltında sahip olunan ve hazır olarak verilen hale değil de
samimiyeti gerektiren arayışa işaret eden durumlardır. O halde kişinin içsel
ve dışsal bütüncül yapısının (Çamdibi 2011:10) kendisiyle görünür olduğu
şahsiyetin oluşumu, kurulması, korunması kişinin doğumundan ölümüne
kadar çıktığı yolculuğun bileşimini bizlere vermektedir.
SONUÇ YERİNE: DEĞERLENDİRME
İnsan, bir yönü nisyan/unutma, diğer yönü ünsiyet/bağ kurma olan
varlıktır. Beşeri boyutundan insani boyuta yükselebilmesinin nisyanı ve ünsiyeti nasıl ve neye göre gerçekleştireceğine bağlı olduğunu ifade edebiliriz.
Şayet insan, nisyanı Hakk’a, hakikate ve kişi hakkına yönelik, ünsiyeti ise
bunların hilafına gerçekleştirirse, beşeri boyutunun da altına inebilir ki bu
reziletleri/kötülükleri bize verir. Şayet insan, ondan beklendiği gibi nisyanı
Hakk’ın, hakikatin ve kişi hakkının hilafına, ünsiyeti ise bu değerler doğrultusunda Hakk, hakikat ve kişiler ile gerçekleştirirse beşeri boyutundan insani
boyuta yükselir. Bu çerçevede öyle görünüyor ki aslına bakılırsa dinlerin de
gayesi, insanı fıtratında tutma yani insanı İnsan kılmaktır. Bu uğraşı şüphe
yok ki, bilgisel/epistemik (doğru-yanlış), ahlâki/etik (iyi-kötü) ve sanatsal/
estetik (güzel-çirkin) değerler arayışı ve bunların gerçekleştirilmesi ile var
olup anlama kavuşacak gibi durmaktadır.
İfade ettiğimiz değerler, insanların aradığı ve yaşamlarını bunlarla şekillendirmeye çalıştıkları değerlerdir ve hiçbir değerin mutlak ve tam olarak
hiçbir beşerin inhisarında bulunmadığını söylemek bize makul gelmektedir. O halde insanların arayışlarında samimi, sorgulayıcı ve işbirliğine açık
olması gerektiğini bu bağlamda ifade edebiliriz. Varlığı anlamlandırmak,
yaşamı anlamlı ve güzel kılmak yolunda yanlıştan doğruya, kötüden iyiye
ve çirkinden güzele doğru olan hicret için insanın kendisi ve hemcinsleriyle birlikte bulunduğu düzlemin yeterliliğe işaret edip etmediği tartışmalı
olsa da biz bu arayışın hem yatay hem de dikey boyutu olduğunu düşünmekteyiz. Şöyle ki arayışın başlatıcısı, kurgulayıcısı ve bir sonuca vardırıcısı
olan özne ve özneler arası dünya, varlığı anlamak, deneyimlemek ve yeniden
üretmek için gereklidir ancak yeterli olduğu tartışmalıdır zira insanın yukarıda ifade ettiğimiz üzere nisyan ve ünsiyet hususiyetlerini her daim yanlış
noktalara kaydırma olanağı söz konusudur. İnsan, bu çerçevede onu sürekli
istikamet üzere tutacak aşkın bir güç ihtiyacında olur. O halde bu durumda
23
ŞAHSİYET VE AHLÂK FELSEFESİ
insanın, özneler arası dünyada hakikat arayışında kendi yetilerini işe koşmakla beraber aşkın gücün yardımını da gözetmesi gerektiği ileri sürülebilir.
Bu arayışta her hangi bir unsurun eksikliği değerlerin keşfedilmesi ve inşa
edilmesinde eksikliğe, bu ise değerlerin dışarı yansıması ve somutlaşmış hali
olan şahsiyetin oluşumunda eksikliğe sebebiyet verebilir.
Buraya kadar tartışageldiğimiz kavramsallaştırmanın nihai kertede şahsiyeti oluşturan değerlerin iki unsura dayandığını ifade edebiliriz. Söz konusu
dengeyi içkin ve aşkın öge olarak da görebiliriz. Bu minvalde içkin ögeler (fizyo-biyolojik, bilinç ve irade nitelikleriyle öznelerarası dünyanın müntesibi
olan bütüncül olarak ahlâk kişisi), ve aşkın öge (kişinin kendi dışına koyarak
yöneldiği Aşkın Varlık) söz konusudur. Bu ögelerin olmadığı yerde olması
gereken değerlerin ve dolayısıyla şahsiyet varlığından söz edilemediğini iddia edebiliriz. Şahsiyetin oluşabilmesi için esas olan ifade edildiği gibi iki öge
arasında denge ve kıvamın tutturulmasıdır. Ne içkin öge mutlaklaştırılıp,
aşkın öge sıfırlanmalı, ne de aşkın öge mutlaklaştırıp, içkin öge sıfırlanmalıdır. İçkin öge mutlaklaştırıldığı oranda ortada değer denen bir şey kalmaz
ve Firavunlaşma baş gösterir, aşkın öge mutlaklaştırıldığı zaman da irade ortadan kaldırıldığı için şahsiyet yok olur. Yani kısaca söylendikte, mutlaklık ve
sıfırlanmanın olduğu yerde ahlâkîlikten söz etmek olanaklı olmaz.(Gürsoy
2008:22-24)
O halde ahlâk, burada insanın insanlığını –insanlık bir süreç olarak görülebilir- oluşturabilmesi, kurgulayabilmesi, müşahhas hale getirebilmesi için
devreye girmelidir, aksi halde doğası itibariyle insan olmaya meyyal canlı insan haline gelme sürecini başlatamayacaktır. Yukarıda şahsiyetin varlık, bilgi
ve ameli inşala aşamalarına sahip olduğunu ifade ettik. Bu uğraşıyla birlikte,
doğru, iyi ve güzel değerlerin arayışını da kuşattığına inandığımız kümenin
kendisinin ahlâk olduğunu ifade edebiliriz. Ahlâk, hem ontik/varlığa ilişkin,
hem epistemik/bilgiye ilişkin arayışın bizatihi kendisine ve başlangıç noktasına da işaret eder. Bu çerçevede ahlâk, tam da burada arayışta olan varlık için
öncelikle “kendi”lik (Bahadır 2007:160) bilinciyle devreye girer, “kendi”lik
bilinci şahsiyet varlığının giriş kapısıdır ve kişiye Aşkın Varlık tarafından
verilmiş ve onunla kişi, varlık sahasında varlığa gelmiştir. “Kendilik” önemlidir, zira bilen de bilinen de insanın kendisi olduğu için arada epistemolojik
boşluk doğmaz, en tam bilgi de denebilirse bilen “ben” ile bilinen “ben”
ilişkisinden doğar. Kendilik bilinciyle oluşturulmaya başlayan bireysel benlik, ancak sosyal sahada tamamlanabilir ki bu benlik artık sosyal benliği de
kendisine muhtevi kılmış olur. O halde değerler ekseninde en başta ruh ve
24
MUHAMMET ENES KALA
beden dengesini kurarak var kılınan benlik, sosyal çevrede tamlığa ulaşacak
ve ancak böylesi bir benlik dışarıya yansıdığında aranan şahsiyete işaret etmiş
olacağız. Yukarıda söylediğimizi yeniden söyleyerek etüdümüzü bitirelim,
işaret ettiğimiz şahsiyeti kazanma arayışı ve uğraşısı, herkes için hazır olarak
verilen ve el altında olan bir duruma değil, beden-ruh, birey-toplum ve içkin
ile aşkın ögeler arasındaki uyumluluğa-bütünlüğe ve telife giden samimi
yaşayışa işaret eder.
KAYNAKÇA
Armaner, Neda (1976), Şahsiyet Terbiyesinde Dini Kültürün Rolü, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Cilt:XXI, ss. 143-149.
Bahadır, Abdülkerim (2007), Jung ve Din, İz Yayıncılık, İstanbul.
Çamdibi, Hasan Mahmut (2011), “Şahsiyetin Gelişiminde Bütünlük ve Kendilik”, Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, Sayı 21, ss. 9-19.
Deniz, Gürbüz (2015), Anlam ve Varlık Boyutlarıyla İnsan, DİB Yay., Ankara.
Fromm, Eric (1996), Hayatı Sevmek, çev. Ali Köse, Arıtan Yayınevi, İstanbul.
Gürsoy, Kenan (2008), Etik ve Tasavvuf Felsefi Diyaloglar, Sufi Yay., İstanbul.
Jersild, Arthur (2005), Öğretmenin Kendisiyle Yüzleştiği An, Çev. Ahmet Kaplan, Dem Yayınlan,
İstanbul.
Kala, Muhammet Enes (2015), Erdem ve Ödev Ahlâklarına Yeni Yaklaşımlar: David Ross ve Alasdair
MacIntyre, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara.
Kant, Immanuel (2009), Eğitim Üzerine, çev. Ahmet Aydoğan, Say Yayınları, İstanbul.
Kant, Immanuel (1999), Pratik Aklın Eleştirisi, çev. Ionna Kuçuradi, Türkiye Felsefe Kurumu,
Ankara.
Lahbabi, Aziz (1972), İslam Şahsiyetçiliği, çev. İsmail Hakkı Akın, Yağmur Yay., İstanbul.
Öner, Necati (2015) “Birlikte Yaşamak Üzerine”, Birlikte Yaşamak, içinde, Hece Yay., Ankara.
Topçu, Nurettin (1972), “Önsöz”, İslam Şahsiyetçiliği, içinde Muhammed Aziz Lahbabi, çev.
İsmail Hakkı Akın, Yağmur Yay., İstanbul.
Türer, Celal (2014) “Değer ve Kişilik”, Felsefe, Edebiyat ve Değerler Sempozyumu Bildirileri,
içinde, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş.
25