Aygün Akyol, "Türk Milliyetçiliği ve İslam", Millet Milliyetçilik ve Din, ed.: Muzaffer Metintaş, İkbal Vurucu, Mustafa Tezel, Kırmızılar Yayıncılık, İstanbul 2023, ss. 11-40., 2023
İnsan varlığının anlam dünyasının şekillenmesinde iki temel unsur vardır, birisi milliyet bağı, d... more İnsan varlığının anlam dünyasının şekillenmesinde iki temel unsur vardır, birisi milliyet bağı, diğeri ise inanç bağıdır, ben bunlara bir de yaşanan zaman ve mekân gerçekliğini ilave ediyorum ve bu bütünlüğün bir sacayağı gibi olduğunu düşünüyorum. Bunların birisinde yaşanacak anlam kaymasının sistemi çöküşe sürükleyeceği kanaatindeyim. Zira insanın kendi milli kültürünü unutmasının asimilasyon ve kültürel çöküşle sonuçlanacağını; inanç bağını ve ortak değerler alanını yitirdiğinde bireysel ve toplumsal hayatta çözülmenin yaşanacağını; aynı şekilde yaşanan gerçekliği anlamaması durumunda da ne milli kültürünü ne de inanç ve değer dünyasını geleceğe taşıyabileceğini düşünüyorum. Bundan dolayı hayatın içerisinde etki ve etkilenen ilişkisinin sürekli var olagelen bir durum olduğunu kabul etmemiz, bu değişimlerin içinde de kendi kültürel unsurlarımızı evrensel insanlık mirasına taşıyacak bir anlama ve anlatma biçimi ortaya koymamız gerekmektedir. Etki ve etkilenen konusunu İslam’ın ortaya çıkışından itibaren gözlemliyoruz. İslam, Hz. Peygamber vasıtasıyla tebliğ edilmeye başlandığı andan itibaren tarihe müdahale etmiş, bu müdahalenin sonucu olarak Arap coğrafyası farklı kültürlere ve farklı coğrafyalara açık hale gelerek büyük bir kültürel ve sosyal hareketlilik ortaya çıkmıştır. İslam’ın karşılaştığı en önemli kültürlerden birisi de Türk kültürüdür. Türkler, etki ve etkilenme bakımından incelendiğinde kültürel olarak değer dünyasına önem veren, baskı ve şiddete gelmeyen, direniş kültürüne sahip bir yapıya sahiptirler. Bu nedenle de Araplarla ilk karşılaştıklarında kendilerine İslam’ın rahmet ve merhamet dili yerine Arap kültürünün şiddete dayalı yaklaşımlarıyla gelindiğinde Türkler, bu baskıcı anlayışa direnmiş ve o süreçte çok kanlı çatışmalar yaşanmıştır. Tarihsel süreç içerisinde Arapların güç ve hâkimiyetinin zayıflaması ve iktidar değişikliği neticesinde Arap olmayan kavimlere karşı yaklaşım farklılığına gidilmesi, İslam’ın değer dünyası ile Türklerin tanışmasına ve Türklerin Müslümanlığı tercih etmesine vesile olmuştur. Tarihe bakıldığında da İslam’ın evrensel bir din olarak emperyalist yöntemleri tercih etmemesine rağmen Arap kültürü çoğu bölgede baskın olmuş, Arap kültürü, İslam ile özdeşleştirilerek toplumların kültürlerini kaybetmesiyle, yani Araplaşmayla sonuçlanan bir tarihsel süreç ortaya çıkmıştır. Ancak Türkler, yüzyıllar boyunca Arap kültürüyle iç içe olmalarına rağmen Arap kültürü ile İslam kültürü arasındaki farkı ayırt etmiş ve Türk kültürünü İslam kültürüyle kaynaştırarak Kur’an ve Peygamber tefekkürüne uygun bir Türk İslam Kültür alanı geliştirmişlerdir. Bu noktada özellikle vurgulanması gereken husus, Türk Milletinin İslam’ın evrensel yaklaşımlarını anlayıp, anlamlandırarak kendi kültürel değerleriyle özgün bir şekilde bütünleştirmeyi başarmasıdır. Maalesef günümüzde Türk ve İslam kültürünün ortaya koyduğu kazanımlara bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde husumet besleyenler, Türk kültürünün getirdiği değer dünyasını İslam’a aykırı bir tutum gibi gösterip, Arap kültürüyle olan kültürel etkileşim ve kazanımların ötesine geçerek Araplaşmayı İslamlaşma gibi sunmaktadırlar. Hâlbuki tarih boyunca Türk kültürü nerede hâkim olmuşsa İslam da oralarda kültürel ve insani değerler alanı içinde hâkim olmuş ve insanlığa katkıda bulunmuştur. Özellikle bugün sığınmacı meselesiyle ortaya çıkan kültürel değişimlerin Türk kültür ve tarih tasarımının kazanımlarını erozyona uğratma tehlikesinin farkında olmalı, bununla ilgili kültürel önlemler alınması gerekmektedir. Kültürel kimliğimizin değerini anlamak için bulunduğumuz coğrafyada ortaya çıkan İslam anlayışlarına bakmamız yeterlidir. İslam coğrafyasına bakıldığında üç temel İslam anlayışının egemen olduğunu görüyoruz. Bunlardan birincisi, Arap-İslam anlayışı, ikincisi Türk-İslam anlayışı, üçüncüsü ise, Pers/İran-İslam anlayışıdır. Bu noktada Türk-İslam kültür dairesinde yetişen bizlerin kendi kültürel alt yapısını terk ederek değer dünyasını tahrip etmesi toplumsal çöküşü de beraberinde getirecektir. Farklı kültürel yapılarla kesişim kümesinde buluşmakla birlikte, kendi kültürel alt yapımızı merkeze alarak evrensel insanlık mirasına katkı yapacak bir düşünce sistemi geliştirmek zorundayız. Son olarak etki ve etkilenen kavramlarına tekrar dönecek olursak, entelektüel gelişim, kültürel etkileşim ve sosyal değişim dün olduğundan çok daha farklı bir noktaya giderken milliyetin ve dinin anlaşılma ve yorumlanma biçiminin durağan bir yapı sergilemesi de söz konusu olamaz. Bu nedenle milli ve dini kültürün her devre hitap edecek, evrensel bir ölçü olarak kurgulanması, bugünün insanının anlam dünyasına hitap edecek bir söylem ve dil geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Uploads
Books by Aygün Akyol
Elinizdeki kitap, İslam Felsefesi Teşekkül Dönemi ve İslam Felsefesi Tenkid Dönemi (Elis Yay.) serisinin üçüncüsü olup, Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak için İslam Felsefesini tematik olarak -Mantık, Bilgi, Bilim, Varlık, Siyaset bağlamında- okuma çabasıdır. İslam Felsefesi: Giriş adlı çalışmanın ilk bölümünde tıpkı Fârâbî’nin İlimlerin Sayımı adlı eserinde olduğu gibi Dil Felsefesi üzerinden dil, düşünce ve mantık irtibatının sağlanması amaçlanmaktadır.
Bilgi Felsefesi kısmında “Hakikat”i araştırmada kullanılan epistemolojik yetilerin neliği üzerinde durulmuştur. Rasyonalist, ampirist, nominalist öğretilerin açmazlarının kavramcı-realizm ile aşılma imkanı Fârâbî merkezli incelenmiş, İbn Tufeyl’in Hayy b. Yakzan ve İbn Sina’nın Boşlukta Uçan Adam öğretileri müzakere edilmiştir. Bu bilgilerin sistematik hale getirilmiş şekli, Bilim Tarihi ve Felsefesi bölümünde incelenmiş, İslam ilimler tasnifi üzerinde durulmuştur.
Varlık Felsefesi bölümünde, Zorunlu Varlık olarak Tanrı, mümkün varlık olarak evren ve ruhun ölümsüzlüğü incelenmiştir. Evrenin yaratılmasında zaman, kadimlik ve ezelilik kavramlarının neye tekabül ettiği, determinizm ve indeterminizm sebeplilik bağlamında müzakere edilmiştir. Tanrı’nın evreni nasıl yarattığına dair (pozitif bilim verilerini merkeze alan) açıklamalardan sonra evreni ve insanı niçin yarattığı bağlamında felsefenin amacının dünya ve ahirette mutluluğun elde edilmesi, bunun için de ruhun ölümsüz olması gerektiği vurgulanmıştır.
Siyaset Felsefesi bölümü, var olan şeyler içinde nelerin önemli ve değerli olduğu, varlık hakkındaki (Hak) bilginin nasıl hayra yönelik kullanılabileceği gibi konulara, yani değer tartışmalarına ayrıldı. Burada özgürlük meselesi tartışılıp, İslam filozoflarına göre evrenin nasıl yaratıldığı açıklandıktan sonra niçin yaratıldığı bağlamında ilahiyatın (felsefe-i ula) devreye girdiği, medeni ilimler (fıkıh, kelam ve ahlak) ile etik politik bir sistem önerildiği vurgulanmıştır.
Elinizdeki kitap, İslam Felsefesi Teşekkül Dönemi ve İslam Felsefesi Tenkid Dönemi (Elis Yay.) serisinin üçüncüsü olup, Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak için İslam Felsefesini tematik olarak -Mantık, Bilgi, Bilim, Varlık, Siyaset bağlamında- okuma çabasıdır. İslam Felsefesi: Giriş adlı çalışmanın ilk bölümünde tıpkı Fârâbî’nin İlimlerin Sayımı adlı eserinde olduğu gibi Dil Felsefesi üzerinden dil, düşünce ve mantık irtibatının sağlanması amaçlanmaktadır.
Bilgi Felsefesi kısmında “Hakikat”i araştırmada kullanılan epistemolojik yetilerin neliği üzerinde durulmuştur. Rasyonalist, ampirist, nominalist öğretilerin açmazlarının kavramcı-realizm ile aşılma imkanı Fârâbî merkezli incelenmiş, İbn Tufeyl’in Hayy b. Yakzan ve İbn Sina’nın Boşlukta Uçan Adam öğretileri müzakere edilmiştir. Bu bilgilerin sistematik hale getirilmiş şekli, Bilim Tarihi ve Felsefesi bölümünde incelenmiş, İslam ilimler tasnifi üzerinde durulmuştur.
Varlık Felsefesi bölümünde, Zorunlu Varlık olarak Tanrı, mümkün varlık olarak evren ve ruhun ölümsüzlüğü incelenmiştir. Evrenin yaratılmasında zaman, kadimlik ve ezelilik kavramlarının neye tekabül ettiği, determinizm ve indeterminizm sebeplilik bağlamında müzakere edilmiştir. Tanrı’nın evreni nasıl yarattığına dair (pozitif bilim verilerini merkeze alan) açıklamalardan sonra evreni ve insanı niçin yarattığı bağlamında felsefenin amacının dünya ve ahirette mutluluğun elde edilmesi, bunun için de ruhun ölümsüz olması gerektiği vurgulanmıştır.
Siyaset Felsefesi bölümü, var olan şeyler içinde nelerin önemli ve değerli olduğu, varlık hakkındaki (Hak) bilginin nasıl hayra yönelik kullanılabileceği gibi konulara, yani değer tartışmalarına ayrıldı. Burada özgürlük meselesi tartışılıp, İslam filozoflarına göre evrenin nasıl yaratıldığı açıklandıktan sonra niçin yaratıldığı bağlamında ilahiyatın (felsefe-i ula) devreye girdiği, medeni ilimler (fıkıh, kelam ve ahlak) ile etik politik bir sistem önerildiği vurgulanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti de bu büyük tarihsel birikim ve tecrübe üzerinde şekillenmiş, bulunduğu coğrafyadan kaynaklanan olumlu ya da olumsuz pek çok unsuru göz önünde bulundurarak kuruluş felsefesini oluşturmuştur. Bugün itibariyle bu tarihsel tecrübe yüz yıllık birikimle yoluna devam etmektedir. Türk Milleti olarak yüzüncü yılımızda yaşadığımız deprem faciasının yaralarını sarıp, tarihsel olarak yaşadığımız tüm tecrübelerden ders çıkararak Türkiye Cumhuriyetinin ikinci yüzyılını sakin, kararlı ve bütüncül bir şekilde inşa etmek zorundayız.
Çalışmamızda milliyet, inanç ve tarihsel bağlam olarak nitelediğimiz değerler dünyasına dair üç belirleyici unsurun Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinde ve geleceğimizin inşasındaki rolünü ve konumunu müzakereye açacağız. Bu bağlamda öncelikle Türkiye Cumhuriyetini kuran iradenin değer dünyasını şekillendirirken nasıl bir bakış açısından hareket ettiğini ve nasıl bir sistem ortaya koyduğunu; ikinci olarak bu sistemin günümüz koşulları içerisinde ileriye dönük olarak nasıl yorumlanması gerektiğini analiz edeceğiz.